15.03.2015, Pazar







29 Ekim: ‘’Yeniden’’ Cumhuriyet mi, ‘’Yeni’’ bir Cumhuriyet mi? / Onur Aksoy Yazdı…
29 Ekim: ‘’Yeniden’’ Cumhuriyet mi, ‘’Yeni’’ bir Cumhuriyet mi? / Onur Aksoy Yazdı…
29 Ekim 2014 07:35
Font1 Font2 Font3 Font4

Cumhuriyet haftasındayız ve takvimler tekrar 29 Ekim 1923’ün yıldönümünü göstermekte. Her sene olduğu gibi bu yıldönümünde de Cumhuriyete dair tartışmalar yaşanmakta. Sol’undan Sağ’ına, iktidarından muhalefetine yine birçok kişi kendi kulvarından ‘’Cumhuriyeti’’ anlamlandırmakta (evet bazıları için anlamsızlaştırma aslında) ve ona göre konum almakta. Cumhuriyete doğası gereği düşman, çeşitli bahanelerle 29 Ekim kutlamalarını iptal eden, bununla da kalmayıp engelleyen, sıkıştıklarında da 29 Ekim ve Cumhuriyet kelimelerini kullanmadan bir kutlama mesajı vereyim derken bin dereden su getiren iktidar partisini bir kenara bırakıp, hazır ‘’ Yeni bir Cumhuriyet için yola çıkmak Cumhuriyetin günahlarına ortak olmaktır’’ diyen aklı evveller de yavaş yavaş ortaya çıkmışken Cumhuriyet ve Sol’un ilişkisine tarihten günümüze varan bir göz atalım.

80 Öncesi Sol ve Cumhuriyet
Konu Cumhuriyet ve Sol’un ona karşı ideolojik bakış açısı olunca büyük bir birikimden bahsetmek gerek. Uzun yıllarca tartışma konusu olmuş bu durum doğaldır ki AKP dönemi ile başlamış değil ancak içi boşaltılarak bilinçsiz ve şuursuzca yapılan tartışmaların bu dönemde zirveye ulaştığı kesin. Sosyalistlerin Cumhuriyet hakkındaki görüş ve düşüncelerini tarihsel olarak ele alırsak ve kronolojik biçimde olaya bakarsak birçok ara dönem olmakla birlikte genel manada çizgiyi 80 öncesi ve 80 sonrası olarak çekmek mümkün gibi. Cumhuriyetin ilk yıllarından 80′li yıllara kadar bakıldığında sol “genellikle” eleştirilerinde “yapıcı” ve ayağı yere basan, Marksist tahlil yöntemleri ile konu üzerinde durmuştur. Bunda tarihi Cumhuriyet’ten de eski olan bir mücadelenin edindiği tecrübe büyük rol oynamıştır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme karşı verilmiş bir mücadelenin ardılı olarak gerçekleşen bir burjuva devrimi ve doğal olarak Ümmet’ten ulus yaratma girişiminin de etkisi ile kapitalist gelişim sürecinin önünü açan bir hareketti. Solun genel manada içselleştirerek Cumhuriyet’e yüklediği “sıfatlar” ve eleştiriler bu bağlamda sınırlı da olsa sınıfsallık içerebiliyordu. Ona atfedilerek dillendirilen bağımsızlık, özgürlük, milli kurtuluşçuluk söylemleri de yine bu perspektifte ele alınabiliyordu. Özellikle mevcut “sınıfların” çıkarı değil de “ulusal” çıkarlar düzeyinde ele alınan ve 1929 ekonomik krizi ile paralel uygulamaya konulan kamuculuk girişimleri ardından bu dönemde dinci-liberal öğeler süreç dışına itilirken sol kendini Cumhuriyet ile yakın bir etkileşimde bulmuştur. Aynı etkileşim süreci yine kısmen de olsa 60′lı yıllarda kendini gösterebilmiştir. Kuşkusuz ki her şey güllük gülistanlık değildir. Sosyalistlere karşı baskılar uygulanmaktadır. Sözü edilen “etkileşim” de bu sebeple “koşulsuz”, eleştirinin olmadığı, körü körüne bir bağlılık sürecini tanımlamaktan ziyade yapısal olarak dönemler içindeki uyumu ifade etmektedir.

80′lerdeki kırılma
Bu uyum 80′li yıllara doğru bir bozulma süreci geçirmekte ve kimine göre “Cumhuriyet’in muhafızlarının” kimine göre de “bizim çocukların” eseri olan 12 Eylül darbesi ile yeni bir sürece girmekteydi. Gerçekten bahsi geçen “bizim çocuklar” da devlet adına bunun için ellerinden geleni ardına koymuyordu! Bir yandan akıl almaz işkenceler ve şiddet ile faşizmin doruklarında gezinilirken bir yandan da “Türk-İslam” sentezi Cumhuriyet’in şablonuna oturtulmak isteniyordu. Bu aşamada dinci-liberal unsurlar yüzeye çıkarken aynı zamanda solun üzerinden panzer gibi geçenler, yine Cumhuriyet adına Türkçe konuşmakta dahi zorlanan mahkûmlara İstiklal marşını, Nutuk’u ezberletmeye çalışıyor, istediklerini elde edemeyince işkencelere başvuruyordu. Herhalde devlet, kendinden de Cumhuriyet’ten de vatandaşlarını nefret ettirmek için daha iyi bir yöntem bulamazdı. Sürecin devamında İslamcı hareket yükselişe geçerken buna paralel olarak Kürt hareketi de sol içinde “ağırlığını” arttırmıştı.

Aynı doğrultuda 90′lı yılların ardından, reel sosyalizmin çözülüşünü takiben Cumhuriyet’e bakış açısında artık belirgin farklılıklar oluşmuştu. Artık moda Cumhuriyet’in “İkincisini” inşa etmektir. İşin enteresan yanı bu bahsi geçen 2.Cumhuriyet’in baş mimarı, 1.Cumhuriyetin kurulum aşamasında ve sol ile etkileşim geçirdiği zamanlarda tamamen sürecin dışına itilen İslamcı kesimdi. Liberaller ve bir kısım “sol” ise bu oyuna şakşakçılık yapıyordu. Kafa karışıklığı, döneklik ve “sapmalar” artık sınır tanımıyordu. Dolayısı ile “1.Cumhuriyet döneminde baskı altında ezilen 3 unsur; siyasal İslam, Kürt halkı ve sosyalistler. Birleşin!” tipi komik, komik olduğu kadar vahim olan tepkileri gördüğümüzde şaşırmıyorduk. Bu denli dengesiz çağrışımların ortaya çıkmasında tabii ki adı geçen unsurların mecliste kendilerine yer edinmiş olması da etkendir.

İkinci 12 Eylül, İkinci Kırılma
Olayın soldan evrilme liberaller kısmı için yeni dönemde ortaya çıkan Cumhuriyet ve sol (Sosyalist soldaki tuzağa düşmeyen “hayır” cephesini ayrı tutarak) ilişkilerine örnek teşkil etmesi açısından özellikle 12 Eylül referandum süreci önemlidir. Kendini solda nitelendiren ve bu konuda kimseye laf ettirmeyen bir kısım “Taraf”, 80 darbesinin çocuğu olan ikinci Cumhuriyetçilere destek vermeye, bunu da 1.Cumhuriyet’e saldırarak gerçekleştirmeye gözü kapalı olarak devam etti.

Her halinden derme-çatma bir taslak olduğu belli olmasına rağmen, amacın demokratik ve özgürlükçü bir anayasa hedefi değil de, şimdiye kadarki tüm “yalan” ve “talanların” temize çekilmesi olduğu anlaşılırken, bunu bilerek AKP’ye destek veren “yetmez ama evetçilerin” ve ne kadar “kem-küm” etseler de “boykot” diyerek dolaylı yoldan bu oyuna destek verenlerin bu tutumlarının baş nedeni idi Cumhuriyet ile hesaplaşmak. Mevcut anayasayı Cumhuriyet’in merkezine oturtup bunu “12 Eylül” ile hesaplaşmak olarak sundular.

Bu tavırlarını açıklamak için bin bir dereden su getirseler de, her gün televizyonlarda, miting alanlarında bizi haklı olduklarına dair açıklamalara boğsalar da, yeri geldiğinde bilinçaltındaki gerçeği açıkça göstermekten geri kalmıyorlardı.

Referandumda evet çıkacak, “Cumhuriyet’in” bize dayattığı dikta yöntem daha da çok demokratikleşecek, “Evrenizm” ile Cumhuriyetin temel ilkeleri karıştırılıp bu faşist anayasa değişecek naraları atılacak, darbeciler yargılanacak ve herkesten hesap sorulacaktı. “Hiç değilse mevcut durumumuzdan daha kötü olmayız” sözleri ile kendilerini “Ak”lama yarışına girdiler.

En üst mahkeme tarafından irtica-i eylemlerin odak noktası olduğu belirtilmiş bir partiye bu şekilde destek verenlerin böyle bir anayasa taslağı üzerinden dahi amaçlarına ulaşmak için Cumhuriyet’e saldırıyı bir araç olarak kullanması, askeri vesayete saldırırken sivil vesayete kulluk etmeleri ne denli bilinçsiz ve tehlikeli bir dönem içinde olduğumuzu bize gösteriyor. Üstelik bunu “sol” adına yapıyorlar.

Aynı tutumu Ergenekon sürecinde de gözlemleyebildik. Yine operasyonların ilk aşamalarında demokratikleşme çığlıkları atarken AKP’ye övgüler yağdıranların ağzından “askeri vesayetle, Cumhuriyet’le hesaplaşmak” lafları düşmüyordu. Tutuklamaların ne derece evrilerek, muhalif olan herkese sıçrayabileceğini aklının ucundan bile geçirmeyen bu arkadaşlardan bazıları geç de olsa gerçekleri görmeye başladığında iş işten çoktan geçmişti. Oysa ki KCK, Devrimci Karargah, Ergenekon ve benzeri AKP-C koalisyon döneminin tüm yargılamaları, yeni rejimin kurulmasına yönelik tek elden ve tek amaç için tasarlanan sürecin bir parçası idi sadece.

Cumhuriyet Eleştirisi: Sınıfsal mı, Liberal Ağızdan mı?
Bu örnekleri şu açıdan sergiliyorum. Artık kendini solda sanan AKP şakşakçısı liberaller de, bunun haricinde kalan bir kısım sol da ne yazık ki konu sosyalistlerin Cumhuriyet’e bakış açısı olunca, tarihsel süreci değerlendirirken; feodal ilişkilerinin tasfiyesi, üretim ve emeğin pre-kapitalizm bağlarından kurtulması, sınıf mücadelesine katkı sunabilecek belirli bir aydınlanmanın yaşanması, monarşiden cumhuriyete geçilmiş olması, hilafetin kaldırılması, yurttaşlığın hukuki zemininin oluşturulması, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi vb. somut-tarihsel ölçütleri değil, güncel siyasi durumu ve çıkar ilişkilerini kullanmaktadır.

Olaya küreselleşme ve solun yenilgisiyle hegemonyasını arttıran bir güç olan liberaller ve İslamcılar penceresinden yaklaşılarak, kimlik temelli, din temelli bakış açıları getirildiğinde darbeler, çeteler, faili meçhuller, aklınıza ne gelirse “Cumhuriyet” adına “Cumhuriyetçiler” tarafından yapılmış oluyor. Mesela, Marksist tahlil anlayışından kopmuş, liberal ve “sivil toplumcu” Cumhuriyet eleştiricileri, Cumhuriyet ve onun temel karakterlerine “ilerici” anlamlar yükleyen solculara “gerici”, yeni dönem “ileri demokratlar” olarak muhafazakârlara “ilerici” diyerek kendilerini bu mücadeleye yedekleyebiliyorlar. Bir anda Türkiye’de “sol sağdır, sağ da sol” sesleri yükselebiliyor. Ulusal mücadele “kurtuluş” mücadelesi olmaktan çıkıp bir anda “emperyalist” anlaşmalarla elde edilen bir “bağımlılık” olabiliyor. Kendi hayalinde yarattığı dünyanın yine kendine özgü kavram ve kategorilerinden yola çıkan, gerçekliğe de, kendi dönemsel çıkarlarına denk bir davranış ile yaklaşan bir akıl, üstelik ele aldığı olgunun tarihselliğini ve toplumsallığını kimi zaman göz ardı ettiğinden kimi zaman da çarpıtarak sunduğundan dolayı “idealist” bir biçimde herkese “ders” vermeye çalışıyor. Cumhuriyet’i ve kurucu felsefesini eleştirmek için şüphesiz en az ondan daha yüksek bir dünya görüşüne sahip olmak gerekir. Bu bağlamda adres doğaldır ki sosyalistlerdir. Ancak sosyalistler aynı zamanda Cumhuriyetin, onun “aştığı” değerlerle örtüşen alanlara kaymış gerici-liberal ağızlarla eleştirilmesine de karşı çıkmalıdır.

AKP: Yeni Bir Rejimin Kurucusu
Evet, Cumhuriyet bir burjuva devrimiydi, tıpkı bugün geldiği noktada belli olduğu gibi ancak şu soruyu da soralım kendimize: Egemenliğin kayıtsız-şartsız “Allah’ta’” ve saraylarda olduğu bir dönemde onu alıp “yeryüzüne” indiren, “halk” ile paylaşan, kısmen de olsa iktidarın denetlenebildiği, hatta gerektiğinde geri alınabildiği Cumhuriyet’in tarihsel olarak ilerici, devrimci bir adım olduğunu söyleme cesaretinden yoksun bir sol olabilir mi? Cumhuriyet’in bu unsurlarını görmezden gelerek sosyalist bir cumhuriyet için mücadele etmek! İnandırıcı değil. Cumhuriyet’in yapısı gereği, kendine muhalif olan herkes gibi sosyalistlere baskı uyguladığı da doğrudur, emperyalist işgale karşı direniş ile başlayan, işbirlikçiliğe ve gericiliğe karşı mücadele ile anılan büyük bir ileri sıçrama olduğu da. Tüm bunların tahlilini doğru bir şekilde sınıfsal perspektiften bakarak belirlemek bizi “Ulusalcı” yapmaz. Tam tersine süreci doğru okumak doğru teşhisi ve ardından “ne yapmalı” sorusuna verilecek doğru cevapları da beraberinde getirir. Dolayısı ile Cumhuriyet’e karşı yapılacak nitelikli eleştiriler ve yerinde tespitler bizi aynı sonuca götürmektedir: 1.Cumhuriyet bitmiştir!

Bu gerçeği belirttiğimizde ve artık AKP’nin kurduğu yeni bir rejimde, 2.Cumhuriyet’teyiz dediğimizde bize şu veya bu şekilde katılmayanlar çıkabilir ancak gerçek değişmeyecektir. AKP iktidarını kendinden önceki sağ-gerici iktidarlar ile bir tutan, adım adım ilerleyerek yeni bir rejimi inşa ettiğini yani ‘’kurucu’’ bir iktidar olduğunu göremeyip sadece ‘’hükümet’’ olarak nitelendirenler, ‘’Cumhuriyet dimdik ayakta’’ diyerek kendi hayalinde yarattığı yel değirmenlerine karşı Don Kişot’luk yapa dursun, o ‘’Fatiha’’ çoktan okundu.

Kendinden önceki sağ partilerin veya ardıllarının muhteşem bir ‘’tasarım’’ ile siyasi arenadan çekildiği bir ortamda umut olarak tek başına iktidara gelen AKP hiçbir zaman ‘’normal’’ bir sağ parti olmadı. İçerdeki ‘’uygun’’ ortamın hazırlaması yetmez tabii ki buna kapı açacak küresel sermaye desteği de gerekiyordu. AKP iktidarı özellikle Ortadoğu’ya model bir ılımlı İslam-BOP projesinin ana deneği olması bakımından da kendini ‘’kurucu’’ hükümet olarak buldu. Ardından yeni rejime yönelik hamleler ilmek ilmek işlendi: Önce Abdullah Gül sonra cumhura tokat atan adam ‘’cumhurun başı’’ oldu, Balyoz vb. tasfiye süreçleri ile 2. Cumhuriyet’in ordusu oluşturuldu, 12 Eylül referandumu ile yargıyı tamamen ele geçiren AKP-C koalisyonu öküz ölüp ortaklık bozulduktan sonra tekrar kozlarını paylaştı ve sonuç en son HSYK seçimlerinde ortaya çıkan tablo oldu. 4+4+4 eğitim sistemi ile yeni rejimin gerici unsurları okullarda baş göstermeye başladı, KHK’lar ile, Torba yasalar ile, Özelleştirmeler ile, Sıcak para diktası ile sermaye diktatörlüğü daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar sağlamlaştırıldı, Üniversiteler, TÜBA, TUBİTAK ve tüm bilimsel kurum-kuruluşlar ele geçirildi. Ergenekon ile Kemalistlere, KCK ile Kürtlere, Devrimci Karargah ile Sosyalistlere yeni rejimin ‘’sopası’ indirilmeye çalışıldı. En son hamle olarak da eski dost yeni düşman cemaat bir yandan kullanılmış bir peçete gibi çöpe atılmaya çalışılırken diğer yandan da 2 şerrin kavgasından ortaya saçılan yolsuzluklar, pislikler ‘’Ak’’lanmaya çalışılıyor. Açıkça görülüyor ki yol ayrımları yaşansa da, ortaklıklar çökse de Türkiye’de AKP eli ile yeni bir rejim kuruldu ve kurulan ikinci Cumhuriyet rejimi, birinci Cumhuriyet'in antitezi olarak değil onun gerici birikimi üzerine inşa edildi! Böyle bir ortamda 29 Ekim’de Cumhuriyet ‘’kutlanabilir’’ mi? Hangi Cumhuriyet?

Ne yapmalı: ‘’Yeniden’’ Cumhuriyet mi, ‘’Yeni’’ bir Cumhuriyet mi?
Bugün Sosyalist sol hatta ulusalcıların büyük çoğunluğu dahi artık AKP’nin kendi Cumhuriyetini kurduğunu, -Haziran direnişi gibi görkemli bir başkaldırıya rağmen bunu elinden geldiğince gerici müdahalelerle, restorasyon çabalarıyla devam ettirmeyi amaçladığını belirtmekte. Ancak bu iki kesim arasındaki temel çelişki ‘’ne yapmalı?’’ sorusuna verilen cevapta ortaya çıkıyor.

Her şeyden önce Birinci Cumhuriyet’i 1908′de temelleri atılıp 1923′te uygulamaya konulan, ilerici özellikleri olan bir burjuva devrimi kategorisinde ele alıyorsak ve özellikle 1990 sonrası reel sosyalizmin çöküşü ile yeniden yapılandırılmaya çalışılan bu coğrafyada “İkinci Cumhuriyetçilik” akımının yükselerek kendini AKP maskesi altında bulması bir rastlantı değilse, tabii ki kendini solda görenlerin, altına dinamit döşenen Cumhuriyet’ten kendine bakiye kalan ilerici unsurları sahiplenmesi, bu unsurların ancak ve ancak Sosyalist bir Cumhuriyet tarafından taşınabileceğini söylemesi ve bunu da yaşadığı topraklarda Cumhuriyet fikriyatının doğduğu gün haykırmak istemesi doğaldır. Dolayısı ile ‘’madem Sosyalist Cumhuriyet istiyorsun neden 29 Ekim ?’’ sorusunun cevabını bu düzlemde arayabiliriz.

Peki, Cumhuriyet’in değerlerini sahiplenmeden kasıt 1930′lara geri dönmek ya da ‘’yeniden’’ Cumhuriyet şiarı ile 1.Cumhuriyet’e ikinci baharını yaşatma hevesi midir? Hayır, tam tersine onu doğru okuyarak mücadeleyi ‘’yeni’’ bir “Sosyalist” Cumhuriyet’e yönlendirmektir. Bazıları için sorun eski Cumhuriyet mi yeni Osmanlı mı sorunu olabilir. Ancak bu bizim için geçerli değildir. Zira yeni Osmanlı’nın antitezi 1. Cumhuriyet değil, üretenin yöneten olduğu sosyalist cumhuriyettir! Çünkü sosyalistler, Cumhuriyet’in ve değerlerinin öneminin farkında ancak bunun tek başına kurtuluş getirmediğinin de bilincinde. Bu sebeple ‘’yeni’’ bir Cumhuriyet diyor ve ekliyor:

Evet, 1.Cumhuriyetin ve destekçilerinin yenilgiye uğraması, tasfiye edilmesi onu destekleyen cumhuriyetçilerin veya aydınlanmacıların tarihin tozlu raflarına kaldırıldığı anlamına gelmez.

Evet, 1. Cumhuriyetten sosyalistlere kalan aydınlanmacı ve yurtsever birikiminin küçümsenmemesi gerektiği son dönemde birçok kez doğrulandı.

Ancak sonu ‘’yeniden’’ Cumhuriyet seçeneğine çıkan yolun 2. Cumhuriyet koşullarında geçerli bir önermesinin olamayacağı da açık.

Yenilgi üzerinden diriliş tekrar geriye dönmek ve denenleri tekrarlamakla değil yeni atılımlarla olur. Daha açık ifade edersek; “Türkiye’de bir dönem aydınlanmacılığın, halkçılığın, kamuculuğun ve laikliğin temsilcisi sayılan kesimlerin yenilgisi, baştan sona yepyeni, tarihsel bağlarından kopartılıp sıfırdan başlatılan bir aydınlanmacılık, halkçılık, laiklik, kamuculuk vb. anlayışını zorunlu kılmaz. Gerekli olan, yenilgisi tescillenen kesimlerin artık taşıyamadıklarını, başka kesimlerin, bu kez içeriğini zenginleştirip güncelleştirerek ve başka bir bağlama yerleştirerek taşımasıdır.

Eğer aydınlanmacılık, halkçılık, kamuculuk ve laiklikten söz ediyorsak, yeni taşıyıcı güç ancak ve ancak sosyalizm olabilir.”

Başlangıç Noktamız Bellidir

Bu ülkede “ılımlı İslam” maskesi altında yeni bir rejim olarak 2.Cumhuriyet kuruluyorsa onu tarihin tozlu raflarına süpürerek aydınlığa yol açacak yegâne güç Sosyalist Cumhuriyet cephesidir. Çünkü Türkiye’de Cumhuriyet fikrine ve kazanımlarına sahip çıkabilecek olanlar, seçim meydanlarında birbirleri ile hamaset siyaseti yaparak laf yetiştirenler değildir. AKP karşıtı gibi görünüp, onun tüm liberal politikalarını, küresel güçlere ‘’ alternatif olarak ben de buradayım’’ demek için  “yeni” sıfatı ile yedeklemeye çalışanlar değildir. AKP iktidarı ile ‘simbiyotik’’ bir ilişki içinde bu ülkenin tüm ilerici/yurtsever birikimine dinamit döşemeye kalkıp güç paylaşımı kavgasına girdikten sonra ‘’üzerlerine kasetler’’ salan cemaatler değildir.

Bu topraklarda Cumhuriyet fikrine ve kazanımlarına gerçekten sahip çıkabilecek ve geliştirebilecek tek güç emekçi halktır.

Gözünü kırpmadan bağımsızlık şiarı ile ölüme gidebilen, adlarını direnişimize, Gezi’ye yazdığımız fidanlardır.

Diktatörlüğe prim vermeyen, demokratik hak ve taleplerin aranma yerinin sadece sandık-meclis ikileminde olduğunu sananlara ‘’orantısız zeka’’ tarifesinden pankartlarını kaldıran milyonlardır.

Devrimin “kızılını”, Ay-Yıldız’ın “al-beyazını”, özgürlük arayışının “kırımızı-yeşil-sarısını” bir alanda toplayıp karanlığa karşı gökkuşağı gibi ışıl ışıl parlayan bir aydınlık çıkartmaya çalışanlardır.

Gecenin bir yarısı toplanıp ‘’ayıya dayı diyerek’’ değil barikatları yara yara köprüyü geçen ‘’sabahın sahibi’’ olmaya kararlı yığınlardır.

12 Eylül’ün üstüne diktiği deli gömleğini yırtıp atan ve ‘’bu daha başlangıç’’ diye yola çıkan, sermayeden değil emekten yana tavır alabilen, her türlü baskıya ve zulme karşı boyun eğmeyen oluşumlardır.

Hadi ismini koyalım, başlangıç noktamız bellidir: Haziran Direnişi.

Bu sebeple ülkemizin tüm ilerici, yurtsever, devrimci güçleri, Haziran direnişinden aldığı mirasla AKP iktidarının “İleri Demokrasi Faşizmine” ve ona alternatif olarak gösterilen ‘’yedeklerine’’ karşı, ülkede yaşayan bütün halkların özgürlük ve eşitlik temelinde yaşayabileceği “yeni bir Cumhuriyetle” artık dur demelidir.

Kaynaklar:
Öngen T., ”Burjuva” Aklın Paradoksları, 2008 (BirGün)
Aksoy O., Sosyalist Cumhuriyet, bir gün elbet… 2011 (Sendika.org)
Çulhaoğlu M., Seksen Beşinci Yılda Cumhuriyet ve Sol, 2008 (soL)



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
62 Sorgu Yapıldı. 1,293 Saniyede Oluşturuldu.