17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası polis fezlekesine giren konuşmaları haberleştirdiği için yargılanan BirGün gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Barış İnce, baş harflerinden ‘Hırsız Tayyip‘ çıkan ve altı yıl hapis istenen savunması için de yine akrostişli bir savunma hazırladı.
BirGün gazetesinin TÜRGEV fezlekesine dayanarak hazırladığı ‘Ceplerine duble yol yapmışlar’ başlıklı haber nedeniyle İnce’nin hakkında ‘gizliliği ihlal’ ve ‘hakaret’ suçlamalarıyla dava açılmış, İnce ise, mahkeme heyetine yapacağı savunmayı akrostişli şiir yöntemiyle hazırlamıştı. Şiirin baş harflerinden ise ‘Hırsız Tayyip’ ifadesi ortaya çıkıyordu.
Cumhurbaşkanı’na hakaretten hakkında ikinci bir dava açılan ve önce dört ardından artırıma gidilerek altı yıla kadar hapsi istenen İnce, 2 Haziran saat 10.00’da Çağlayan Adliyesi’nde görülecek duruşma öncesinde de baş harflerinden ‘Dayanamadın baktın di mi?‘ çıkan başka bir akrostişli savunma hazırladı.
BirGün yazıişleri müdürü Barış İnce’nin mahkemeye savunacağı savunma şöyle:
Değerli Mahkeme Heyeti
Akrostişli savunma davası olarak da bilinen bu dava, tarihe bir komedi davası olarak geçecek biliyorsunuz değil mi?
Yazdığım savunma sonrası açılan ve bir akrostiş yüzünden 5,5 yıl hapis istenen bu davada savunmamı savunmaya çalışıyorum ve kuvvetle muhtemel bu savunmayı da savunmak zorunda kalacağım, hukuk sisteminiz açısından ne gam…
Artık bu davalar bir matematik problemine ya da bir pazar ekinde olabilecek bilmecelere dönüştü ve istenen cezalara ‘n’ harfi verirsek her yaptığım savunmaya da ‘m’ demek suretiyle n üzeri m’den kaç yıl yatacağım hesaplanabilecek; birilerinin hayatı yine birileri için bir pazar neşesine dönüşecek.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki, koskoca bir Cumhurbaşkanı, koca koca savcılar, tamam çok da koca olmayan mütemadiyen cebine bakan avukatlar, işi gücü bırakıp her savunmamdan akrostiş kovalıyor.
Ama kovalayıp durdukları ‘Hırsız Tayyip’ ifadesi, yargılanan Haziran direnişçileri ile dayanışma amacıyla yazdığım, milyonlarca insanın meydanlarda haykırdığı bir slogandır, gerekçeleri mevcuttur, olgular oluşmuştur.
Muhteremler hatırlamayabilir ama bu üslup, İlhan Selçuk’un Ziverbey’de işkence altında olduğunu ifadesinde akrostişle yazması ile bilinir, yapmaya çalıştığım da yazılamayan/söylenemeyen bazı gerçeklerin ne kadar saklansa da vuku bulduğunu göstermek adına, bu geleneğe bir göndermedir.
Atılan slogan, arkadaşlarımın da defalarca dile getirdiği gibi ‘kişisel hakaret’ değil; Erdoğan ailesi ile ilgili ortaya atılan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına, hükümetin ihalelere ve ranta dayalı yönetim şekline, kayırmacılığa, kuralsızlığa bir tepkidir.
Dünyanın her yanında özellikle Irak İşgali döneminde atılan ‘Katil Bush’ sloganı Bush’a bireysel hakaret değildi; ABD’deki Neo-Con politikaların insan öldürmeye, kana dayalı olduğunu göstermek anlamındaydı ve hiçbir aklı evvel, bu sloganı hakaret suçu kapsamına almayı tartışmadı.
Irak’ı bombaladılar, insanları katlettiler, ABD karşıtlarını Guantanamo’da nice işkencelere mahkûm ettiler, (bu uygulamaları eminim muhteremler de bizim için aklından geçiriyordur) ama aradaki fark şu ki ‘hakaret davası’ diye bir saçmalık icat etmediler.
Neyse benim yine çenem açıldı, bir umutla anlatıp duruyorum ama daha geçen davada kötü halden bana ceza indirimi vermeyi uygun bulmamış bir adalet merciine konuşuyorum, işte bu da benim açımdan ne gam!
Beş yaşındaki, on yaşındaki çocuklara tecavüz edip bir kravat taktığı için ceza indirimi ile yırtanların ülkesi, bir savunma metni yüzünden bize bunları reva gördü ya…
Arkadaşlarım ve ben, yazdığımız hiçbir şeyden pişman değiliz, gözlerimizde pişmanlığı hiçbir zaman göremeyeceksiniz, cezalarınız inmiş çıkmış, zıplamış hoplamış, bunlar değil mesele.
Kürsüler, cübbeler, etiketler hepsi gelip geçici şeyler ve bu iktidar değiştiğinde, halkımız bu ülkeyi parklarla, forumlarla iki yıl önce olduğu gibi kardeşliğin ülkesine çevirdiğine, bu verilen kararların, kararları imzalayanların nasıl hatırlanacağı mesele…
Taraflı tarafsız herkesin saygı duyduğu, hiçbir rant, ihale ilişkisi ile anılmamış, sadece bildiğini, hissettiğini, inandığını yazmış bir medya kuruluşunun yayın yönetmenine 5,5 yıl istemenin, yine aynı gazetenin sorumlu yazıişleri müdürüne, imtiyaz sahibine, editörüne 5’er 10’ar yıl hapis ısrarının yastığa başınızı koyduğunuzda size ne hissettireceği mesele…
Irkçı, cinsiyetçi, sömürücü, dini siyasete alet eden birilerinin anlık çıkarı için verilen kararlarla hukuk sistemini bu hale getirenler, başımızdakilerin de bir gün 98 yaşında tıkınırken gidenler gibi hatırlanacağını bilseler, anlasalar keşke…
Netekim! birileri çaptan düştükten sonra konuşmak kolay; adil olmak zor zamanlarda akıl ve vicdanla hareket edebilme cüretini göstermektir bence…
Daha ilk savunmayı yazdığımızda, ailemin, sevenlerimin tedirginliği tazeyken çıkıp da “Basit bir Erdoğan karşıtlığı yaparak kahramanlık taslıyor” diyen vicdanı körelmişler oldu, “davayı açan kişi Erdoğan olduğu için onu hedef almış olabilir miyim”, diyecektim ama bazılarına ne söyleseniz boş, şimdilerde Erdoğan ve başkanlık karşıtlığının bayrak tutanı olmaları da pek bir hoş.
İsmini anmak istemediğim 98 yıl yaşayan şahsa karşı çıkarken de BirGün’ün sol geleneği, o şahsın ismiyle cisimleşmiş işkenceci, din sömürücüsü, piyasacı sisteme, onun getirdiği 12 Eylül kurumlarına karşı çıkıyordu, basit bir karşıtlık yapmıyordu, şimdi de öyle; o yüzden de akrostişte geçen bu sloganı, Cumhurbaşkanı’na kişisel bir hakaret olarak değerlendiremezsiniz!
Muhterem bana ilk davayı açtığında ve ben savunma hazırlarken kendisi Başbakandı, (gerçi sonrasında hangi görevi ifa ettiğini de kimse anlamadı ya), o gün yazdıklarım yanlışsa haykırın suratıma; bunların döneminde memleketin imara açık olmayan yerleri imara açılmadı mı, paralar sıfırlanmadı mı, savcılar, polisler tutuklanmadı mı, medya patronları hüngür hüngür zırlamadı mı, iktidarları elden gidecek diye dört adam yollayıp kendi ülkelerine sekiz füze attırarak memleketi savaşa sokmak istemediler mi, üniversitelere hatta futbol kulüplerine kendi çıkarları için müdahale etmediler mi, bizimse tüm bunların karşısında el pençe divan durmamızı beklemediler mi, direnince biz, çoğalınca biz, susmayınca biz, gencecik çocuklarımızı toprak etmediler mi?
İşte şimdi arayıp dursun muhterem birileri; bakalım bu savunmadan da bir akrostiş, şifreli bir mesaj, bir ‘hakaret’ bulabilirler mi?
diken