15 Temmuz’dan bu yana Kemalist/Ulusalcı muhalefetin daha büyük bir akıl tutulmasına doğru gittiğini görmek çok zor olmasa gerek. Bu ülke, Mustafa Kemal’in ölümünden beri isminin nerelerde hangi işlerin içinde kullanıldığı ile ilgili sayısız örnek görmüştür. Ancak son aylarda yaşananlar akıl tutulmasının oldukça vahim bir noktaya doğru ilerlediğini gösteriyor.
Uğur Mumcu’nun çok güzel bir söyleşi derlemesi vardır ve adı o dönemde yaşananlara ve gelecekte yaşanacak muhtemel gelişmelere bir uyarı niteliğindedir: “Eğilmeden Bükülmeden”…
Türkiye’de Kemalistlerin her türlü iktidara karşı dimdik durarak onur ve şeref mücadelesi verdiği dönemler son birkaç yıldır yerini mevcut politik bölünmelere göre şekil alan ve sürekli olarak eğilme ve bükülme ile sonuçlanan bir sürece bırakmıştır. Politik terör, belki de en çok Kemalistleri etkilemiş, yarım yamalak idare edilmeye çalışılan bir mücadele perspektifi artık neredeyse yerle yeksan olmuştur. Bu değerlendirmeler yapılırken CHP ve VP yönetiminin faaliyetleri ve söylemlerinin merkeze alındığını belirtmek gerekir. Yoksa, Kemalistlerin çeşitli parti ve demokratik kitle örgütlerindeki üst yönetimlere yansımayan pek çok faaliyeti ve yapılan bazı tartışmalar bu eleştirinin kapsamı dışındadır. Hepsi sağolsun, varolsun…
Çok büyük önermelerle ve büyük laflarla derinlemesine bir politik değerlendirme bu çapta bir yazının boyutlarını aşacağı için oldukça net örneklerle, net problemlerle ve net çözüm önerileri ile kendimizi ifade etmek daha doğru olacaktır.
CHP, mevcut politik tutumu itibariyle Soğuk Savaş döneminden bu yana geçirdiği “de-Kemalizasyon” sürecini sermaye işbirlikçiliği ile, radikal bir AB’cilik ile, Kemalist kökenli siyasetçilerin partiden dışlanarak yerlerine Avrupa-merkezci sosyal demokratların, radikal demokratların, kimlikçilerin ikame edilmesiyle nihayete erdirmiştir. Aynı süreç her ne kadar şu an iktidarın faşizan baskısına maruz kalmış olsa da Cumhuriyet gazetesinin dönüşümü için de geçerlidir. Başka bir ifadeyle İlhan Selçuk’tan Can Dündar’a geçiş Türkiye’de Kemalistlerin sürüklendiği noktayı bir anlamda sembolize etmektedir. Kemalizmden uzaklaşıldığı ölçüde “demokrasiye” yanaşılacağına inanan devşirme demokratlar Mustafa Kemal’i tarihin çöplüğüne atmaya çalışırken büyük ölçüde Mustafa Kemal’in eseri olan bir partinin
kurucusunu kendi elleriyle yok etmeye çalışması yeteri kadar can acıtıcıdır. Mustafa Kemal’e gönül vermiş milyonlarca insanın tüm emeğini, zamanını, inancını böyle bir yönetime harcaması hem olumlu hem de olumsuz pek çok sonucun ortaya çıkmasına da sebep olmaktadır. Olumlu sonucu ne olursa olsun hala büyük bir kesimin Mustafa Kemal’e ve Türk Devrimi’ne bağlılığını sürdürmesidir. Buna karşılık olumsuz sonucu, bu büyük kitlenin siyasal ideallerinin Kılıçdaroğlu’nun bedenine ve zihnine indirgenmesidir. Bir taraftan Mustafa Kemal’i seven bir kitle öte yandan O’nun mirasını ayaklar altına alan bir yönetimin en hararetli savunucusu olabiliyor. Bu oldukça acil bir şekilde cevap bekleyen çok önemli bir sorudur. Aynı kitle hem Ergenekon Davası sürecindeki hukuk katliamına direniyor, hem de bu hukuk katliamının iki aktörü için Kılıçdaroğlu meydanda yoklama alırken kendisini onların yerine koyarak “buradaaaaa” diye bağırıyor. Bu sorunu çözmeden herhangi bir yere ilerleyemeyiz.
VP ise en az CHP kadar vahim bir tablo çiziyor. Kemalistleri konsolide edebilmek için 90’larda beceremediği ve suçu sürekli karşı tarafa attığı “Sol Güçbirliği” projesinin diğer iki muhatabı CHP ve DSP’ye karşı mücadelesini yoğunlaştırarak yöneticilerin yanlışlarına sığınıp kitlelerin bölünmesi için yoğun bir çaba sarf etmektedir. DSP, Ecevit’in ölümü ile beraber politik etki alanını sıfıra yakın bir düzeye indirdiği için karşısında yalnızca CHP’yi bulmuş ve CHP’nin milyonlarla ölçülen kitlesini yok sayarak Baykal’ın ve Kılıçdaroğlu’nun yanlışlarına sığınıp CHP ile keskin mücadelesini AKP iktidarına rağmen sürekli sıcak tutmayı başarmıştır. Bugüne bakıldığı zaman ise durum çok da farklı değildir. Kemalistleri CHP’den kurtararak(!) gerçek bir Kemalist politik mücadele için VP çatısı altında toplanmayı kendisine hedef olarak koymuş Perinçek açısından bu durumun ne derece mümkün olduğunu birkaç net örnekle açıklayalım.
Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki bir CHP’nin Kemalistleri bir yere götürmediği açık ve buna alternatif bir siyaset geliştiriyorsunuz, doğru. Fakat siz bu alternatif siyasetinizin temelini hangi düzlemde oluşturuyorsunuz? Sloganlarınızda “Kemalist Devrim”, “Milli Hükümet” eksik olmuyor, bu da tamam. Ama içerik?
Türkiye’nin “ulusal çıkarları” ile Erdoğan’ın “kişisel çıkarlarını” bir araya getirmek siyasette neye karşılık geliyor bilmiyorum ama Türkiye’de Kemalist politik mücadelenin Mustafa Kemal iktidarı hariç hiçbir döneminde ülkenin ulusal çıkarları ile hükümetin çıkarları bir arada düşünülmemiştir. Kendi politik iktidarının her hangi bir şekilde devamı için hangi aracı kullanacağını bilemeyen ve 15 Temmuz’dan sonra herkesi düşman ettiği için elinde kendi
kitlesi dışında kimse kalmayan ve yalnızlaşan Erdoğan, FETÖ ve PKK üzerinden Kemalistleri konsolide etmeye çalışıyor. ABD’nin Erdoğan’ı Türkiye’de iktidara hazırladığının bilgisini kamuoyu ile 1996’da paylaşan Aydınlık grubu aynı Erdoğan’ın “Kemalizme teslim olduğunu” iddia ederek Ergenekon kumpası biter bitmez daha acısı soğumadan “cemaatle mücadele için gerekirse Erdoğan’la da birlikteyiz” şeklindeki bir açıklamayı Kemalizmin azılı düşmanı, tetikçi bir gazeteye yapmaktan geri durmadı.
İşçi Partisi’nden Vatan Partisi’ne dönüş yaparken Hikmet Kıvılcımlı’nın koyduğu adın mirasını yerle bir ederken kimseye sormayan Perinçek, çaptan düşmüş ne kadar sermaye odaklı, NATO odaklı, derin devlet odaklı “eski” Cumhuriyet düşmanı varsa “milli” adı altında normalleştirerek Türkiye’de Kemalist Devrim mücadelesinde(!) yeni bir sayfanın açılmasına da sebep olmuştur. Yaşar Okuyan, İsmail Hakkı Pekin ve Hasan Atilla Uğur gibi yöneticilerle nasıl bir Kemalist devrim mücadelesi verileceğini varın siz hesaplayın. Solun tamamını “gayrı milli” ve “terörist/bölücü” ilan ettiği için kendi etki alanını sağ siyaset içinde arayan Perinçek’in sol düşmanlarıyla devrim arayışı hala sorguya muhtaçtır. Bütün bu dönüşlerin, değişimlerin, manevraların altında bir mantık arayıp iradeyi Perinçek’e terk ederek olan biten her anormalliği meşrulatırmak akla, bilime, aydınlanmaya, Mustafa Kemal’e aykırıdır. Hele ki bunu eleştiren herkesi “Madem bunu beğenmiyorsun sen de hainsin”e varan ucuz, akıl dışı ve çağ dışı zihin tembelliği içinde değerlendirmek kendi kitlemizin bölünmesine doğrudan destek sağlıyor. PKK’ya FETÖ’ye kızmayı kimseden öğrenecek değiliz. Ama PKK’ya ve FETÖ’ye kızarak “milli seferberlik” denilen diktatörlük sürecinin önünü açmak, Cemil Barlas’ı gençlik örgütü kurultayına çağırıp karşılıklı iyi dilek bildirmek, iktidar tetikçisi Salih Tuna’yı kanala çıkarıp “uzlaşı” aramak hangi Kemalist devrimin bize öğüdü buna cevap verebiliyor muyuz?
Türkiye’de ABD eliyle gelişen siyasal İslamın iktidarını kurumsallaştıracak, 40 yıldır bu iş için hazırlandığı söylenecek, Mustafa Kemal iktidarına baş kaldıran gericiliğin bütün mirasıyla kol kola siyaset yapacak, bugün düşman ettiklerinin büyümesine sebep olacak, sizi de mahkum eden Ergenekon davasının savcısı olacak, yağma-talan düzeninde zirveye oturacak, toplumdaki her türlü ahlaksızlığı meşrulaştıracak, ama sonra başarısız bir darbe girişiminin ardından bütün bu geçmişe sünger çekilip “milli” olacak öyle mi?…
Şehitlerimize “kelle” denmesini de mi unuttunuz? 17-25 Aralık’ı da mı unuttunuz? Ergenekon davasının öldürdüklerini de mi unuttunuz? “Gezi”yi de mi unuttunuz? Nasıl bir hafızaya sahipsiniz? Bu kadar mı yönlendirilmeye kontrol edilmeye açıksınız? Lideriniz bir gün
önce ak dediğine bugün kara diyor ve hepsini alkışlıyorsunuz? Ne farkınız var o zaman koyun diye alay ettiğiniz seçmenlerden?
Türkiye’nin bağımsızlığına ve bölünmesine tehdit olan her ne varsa bugün çıkar ayrılığına düşmüş. Yarın bir gün yeniden aynı noktaya gelip gelmeyecekleri belli olmayan politik odaklarla ilgili bu kadar rahat vatansever/vatan haini ayrımının nasıl yapıldığını biraz değerlendirmek gerekir. Lütfen aklımızla dalga geçmeyin. Kaybettiğimiz Kemalist aydınların hatırası için bari sığ cevaplar vermeyin. Uğur Mumcu’nun köşe yazılarının konusu olmuş iktidar artıkları ile Kemalist devrime ulaşmak için ütopya kelimesi bile oldukça gerçekçi duruyor.
Bu eleştiri mevcut yapıları yıkmaya değil, yönetim anlayışlarını değiştirmek için yapılmıştır. CHP yönetimi de VP yönetimi de aldığı yanlış kararlarla Kemalistler açısından parlak bir gelecek sunmuyor. İkisi de farklı gerekçelerle birbirini kötülerken Kemalist devrim mirasına yaptıkları deformasyonu tamir etmeye çalışan insanları örgütsüz ve işe yaramaz olmakla suçluyorlar. Sırf kendi kişisel iktidarlarına biat etmedikleri için küstürdükleri insanlar o örgütleri yönetselerdi şu an daha farklı gündemler konuşuyor olurduk.
Lider fetişizmi hiçbir yerde çözüm üretmedi, üretmeyecek de. Önemli olan kitleleri liderlerle değil, fikirlerle buluşturmaktır. Bilimsel açıdan sorgulama ve eleştiri kapasitesi gelişmiş (eleştiri burada kendinden olmaya küfretme özgürlüğü değildir) kitleler liderlerini doğal süreçlerde kendileri kazanacaklardır. Tıpkı Mustafa Kemal örneğinde olduğu gibi…
Vatanseverlik ve vatan hainliği tanımlamalarını zorla kendi kontrollerine alarak kendi tanımlarını tek doğru gibi zorla kabul ettirmeye çalışanlar, kaybettiği insanları geri kazanamadığı gibi aslında bu meselelere çok da uzak olmamasına rağmen bu örgütlerin sekter tavırlar yüzünden gavura kızıp oruç bozan gençler farklı adreslerde çözüm arıyorlar.
Çözüm mü? Sizin kullandığınız masum sloganları değiştirmeden sadece siyaset yapma yöntemlerinizi değiştirmek.
“E peki kimlerle olacak bu iş?” diye okudunuz bütün bu yazıyı biliyorum.
Söyleyelim: Kendisini her türlü güncel politik çıkar denkleminde uzak tutmayı bilmiş, her türlü kuyrukçuluktan ve çıkar odağından uzaklaştırmış, kişilere değil fikirlere bağlı ilerici, aydınlanmacı, gerçek yurtsever herkesle…
“E parti yok! Örgütsüz devrim mi olur?” Haklısınız örgütsüz devrim olmaz. Ama o örgüt ikiniz de değilsiniz. Mevcutların hiçbir değil. Hazır kurulmuş üzerinden siyaset yapma kolaycılığı sizleri rahat koltuklardan edemiyor farkındayım. Ama ya bulunduğunuz yerleri Mustafa Kemal’in mirasına layık bir şekilde değiştirmek için baskı kuracaksınız, ortalığı eski yeni farketmez her türlü işbirlikçi soytarılardan arındıracaksınız, ya da mevcutlar çözüm olmuyor diyerek bağımsız bir Türkiye sevdasına gönlünü vermiş kitlelerle yeni bir yapı inşa edeceksiniz. Mevcut yönetim anlayışları bizi geriye götürmekten başka hiçbir işe yaramıyor, yaramayacak…
Bir Kemalist olarak Türkiye’nin Erdoğan’ın iddia ettiği gibi ikiye bölündüğünü hiçbir zaman düşünmedim. Birbiriyle buluşması gereken kalabalıklar suni gündemlerle siyasal sınırların farklı yerlerine mahkum ediliyor. Aslında yanınızda olması gerekenler ya farklı yerlere ya da kendi kütüphanelerine kaçıyor, sizinle hiçbir zaman yanyana gelmemiş, hayatının büyük kısmını sizin varlığınıza tehdit olarak sürdürmüş adamlar 50-60 yaşından sonra çaptan düşünce soluğu yanınızda alıyor.
Türkiye’de 1923 Devrimini geleceğe taşıyacak olanlar aklı ellisinden sonra gelen bir “Tövbekar Koalisyonu”nun üyeleri değildir. Mustafa Kemal, sizin geçmişinizin sorgusuz sualsiz temizleneceği vaftiz suyu da değildir.
Soru sormayı, sorgulamayı unutmayın… Daha çok zor soru var cevap bekleyen…
Ali İhsan
telgrafhane.org