05.10.2014, Pazar







Fatih Yaşlı Yazdı: ”Cumhurbaşkanlığı: Bir seçim iki anomali”
Fatih Yaşlı Yazdı: ”Cumhurbaşkanlığı: Bir seçim iki anomali”
3 Ağustos 2014 12:53
Font1 Font2 Font3 Font4

“Günümüz Türkiye’sinde siyaset sahnesinde etkili olan akımlar hangileridir” diye sorsak hemen hepimiz aynı yanıtı veririz sanıyorum. Bir sıralama yapmak gerekirse; İslamcılık/muhafazakârlık, cumhuriyetçilik/Kemalizm(Atatürkçülük), Türkçü milliyetçilik ve Kürt ulusalcılığı, Türkiye siyasetinin toplumsallaşmayı başarabilmiş, geniş kitleleri mobilize edebilen, aldıkları pozisyonun ve dillendirdikleri söylemin rakipleri tarafından da dikkate alındığı akımlar olarak karşımızda duruyorlar.
Söz konusu akımların gücü doğal olarak sandığa yansıyor ve dört akım da  % 10’luk seçim barajını aşarak ya da farklı yöntemlerle delerek parlamentoya girmeyi başarıyor; dolayısıyla söz konusu akımlar parlamentoda da temsil edilmiş oluyorlar. Bu açıdan bakıldığında AKP İslamcılığın/muhafazakârlığın, CHP cumhuriyetçiliğin/Kemalizmin (Atatürkçülüğün), MHP milliyetçiliğin ve HDP –içerisinde kimi sol gruplar olmakla ve hareketin sol bir karakteri bulunmakla birlikte- esas olarak Kürt ulusalcılığının temsilcisi olarak Meclis çatısı altında siyaset yapıyor.

Birinci Anomali: Ekmel Bey
Peki hepimizin bildiği bu şeyleri niye tekrarlama ihtiyacı duyuyorum?
Mesele şu: Normal şartlar altında, en az 20 milletvekilinin imzasıyla aday gösterilebilecek ve halkın oylarıyla seçilecek isimlerin belirlenme sürecinin sözünü ettiğim akımlarla parlamentodaki temsiliyet ilişkisine uygun olması beklenirken, ortada bir “anomali” var. O anomalinin adı ise Ekmeleddin İhsanoğlu.
Evet AKP’nin ve temsil ettiği muhafazakarlığın bir adayı var, Tayyip Erdoğan; evet Kürt ulusalcılığının bir adayı var, Selahattin Demirtaş; evet MHP tabanının çekirdek kısmına hiç de yabancı gelmeyecek, zamanında Türkeş’in danışmanlığını yapmış bir “çatı” adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu var ama CHP tabanının ezici çoğunluğunu oluşturan cumhuriyetçiliğin/Kemalizmin (Atatürkçülüğün) -hadi bir de popüler bir adlandırma daha kullanalım- ulusalcılığın bir adayı yok.
Şimdilerde tıpkı 30 Mart seçimlerinde olduğu gibi “Erdoğan gelmesin de kim gelirse gelsin” hissiyatı tekrar baskın çıkmaya başladığı için, yani ehven-i şer yasası uyarınca, çoğunluğu sandığa gidip Ekmel Bey’e oy verecek olsa da, cumhuriyetçi-ulusalcı kitlelerin gözle görülüp elle tutulabilir bir hayal kırıklığı yaşadığı ve “bir Atatürkçü aday bile çıkaramadık” diyerek hem CHP yönetimine sitem ettikleri hem de kendilerine kızdıkları ise gayet aşikâr.
Benzer bir hayal kırıklığını, yanına öfkeyi de ekleyerek hiç şüphesiz, Alevilerin de yaşadığını söylemek mümkün; cumhuriyetçi ve laik hassasiyetleri olan, ancak kolektif kimliğinin kurucu unsuru olarak Aleviliği ve onunla ilişkilendirdiği solculuğu gören, seçimlerde ise çoğu zaman baraj kaygısıyla CHP’yi destekleyen kitleler de Ekmel Bey’in adaylığından son derece rahatsızlar. İhsanoğlu’nun siyasal İslamcı kimliği, Türkeş’le olan ilişkileri ve Muhsin Yazıcıoğlu’ndan “o bir kahramandı” şeklinde söz etmesi ise bu rahatsızlığın haklılığını ortaya koyan birer olgu olarak karşımızda duruyor.
CHP yönetimi AKP’nin muhafazakâr olduğu için bütün seçimleri kazandığı yanılgısından hareketle, “sağcılaşarak büyüme” adlı strateji uğruna söz konusu anomalinin ve nafile bir çabanın peşine takılmış gidiyor; seçim sonuçları açıklandığında bu nafile çabanın esaslı bir şekilde tartışılıp tartışılmayacağı ise şimdilik bilinmiyor.

İkinci Anomali: Demirtaş   
Demirtaş’ın “aykırılığı” Kürt siyasi hareketinin tabanını oluşturan kitlelerin beklemediği ya da istemediği bir aday olmasından kaynaklanmıyor; bilakis Demirtaş hareketin en popüler, en sevilen, en sayılan figürlerinden biri konumunda. Buradaki “anomali” Demirtaş’ın bir seçim stratejisi olarak açıkça “Türkiyeli” bir tarz izlemesi ve “muhalefete muhalefet yapma” anlayışının ötesine geçebilmiş olması.
Hatırlayalım; 30 Mart seçimlerinde İstanbul’da Sırrı Süreyya Önder başkanlık yarışına girdiğinde, “Gezi’nin adayı” olarak sunulduğu ve sadece Kürtlerin değil tüm İstanbulluların oylarına talip olduğunu söylediği halde, bir yandan İmralı’ya giden heyetin içerisinde yer alıyor, öte yandan Öcalan posterinin altında konuşmalar yapıyor ve esas olarak AKP’ye değil “Cehape zihniyeti”ne muhalefet ediyordu. Bu stratejinin işe yarayıp yaramadığı ise 30 Mart akşamı sandıklar açıldığında görüldü, Önder açıkça başarısız olmuştu.
Adaylığının ilk günlerinde Demirtaş’ın da benzer bir tutum içerisinde olacağına dair, özellikle iktidar çevrelerinde ve “havuz medyası”nda ciddi bir beklenti vardı. Buna göre; Demirtaş müzakere yürüttüğü AKP’nin yeni Türkiye’sine uygun bir paradigma içerisinde hareket edecek, eleştirilerini ise “eski Türkiye”nin, “Cehape zihniyeti”nin, “elitizm”in ve “vesayet”in üzerine kuracak, böylece AKP’ye alan açacaktı.
Oysa havuz medyasının fanatik kalemlerinin eleştirilerinin de ortaya koyduğu üzere; Demirtaş söylemini açıkça AKP’nin ve kurmakta olduğu rejimin, yani yeni Türkiye’nin eleştirisi üzerine kurdu ve ikincisi, aday olduğu makamın neyin temsil ettiğinin farkındalığıyla “Türkiyeli” bir siyaset izlemeyi tercih etti. Eğer HDP oylarını artırırsa -ki bu son derece yüksek bir ihtimal gibi görünüyor- bunun esas nedeni Demirtaş’ın izlediği strateji olacak.
Buna rağmen, Kürt hareketinin bir parçası olmayan ama Demirtaş’a oy verebileceğini söyleyenlerin ya da Demirtaş’ı “sempatik” bulanların mutlaka dikkate alınması gereken bir kaygısı var. Eğer seçim ikinci tura kalırsa, Kürt siyasetinin resmen “boykot” demekle birlikte, tabanını serbest bırakacağına ve Kürt coğrafyasında Erdoğan’ın ezici bir çoğunluğa ulaşacağına dair inanç bu kaygının temelini oluşturuyor.
Bu kaygı temelsiz değil; çünkü Kürt siyasetinin tamamının değilse de özellikle legal kanadındaki bir bölümünün müzakere sürecinin Erdoğan olmaksızın devam etmeyeceğine ve Erdoğan düştüğünde “statüko güçleri”nin savaşı yeniden başlatacağına inandıkları biliniyor. Dolayısıyla ikinci tura gidilmesi halinde, muhafazakâr Kürt seçmenler dışında, Kürt hareketinin tabanından da Erdoğan’a oy kayması gibi bir ihtimal bulunuyor.
Kanımca Türkiyelileşme açısından büyük adımlar atan Demirtaş’ın ve Kürt siyasetinin bu kaygıyı dikkate alması ve bir diktatorya inşasına “Kürtlerin ulusal çıkarları” adına destek vermemesi gerekiyor. Sadece bu da değil; ikinci turda Kürt coğrafyasında yüksek katılımlı bir seçim yaşanır ve Erdoğan oyların %85-90’ını alırsa, bunun bölgede Kürt siyasetini nasıl etkileyeceğini de tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla, sadece Türkiyelileşme adına değil, Kürt hareketinin kendi bekası adına da, ikinci tura “aktif” bir boykotla girmesi gerekiyor ve gözlemlenebildiği kadarıyla hareket de zaten bu gerekliliğin farkında.

Akımların ve ülkenin geleceği
Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok daha ötesine varacak bir süreçten geçiyoruz. Erdoğan’ın seçilip seçilmemesi Erdoğan’ın, AKP’nin ve “yeni Türkiye”nin geleceğini belirleyecekken, aynı şekilde Ekmel Bey’in alacağı oy da CHP’nin “sağcılaşarak büyüme” stratejisinin belki de son kez sınanması anlamına gelecek ve CHP’nin gelecekte nasıl bir parti olacağı üzerinde büyük ölçüde etkide bulunacak.   Demirtaş’ın HDP’nin oylarını ne kadar artıracağı ve Kürtler dışındaki kesimlerden ne ölçüde oy alabileceği ise hem Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi ve Kürt sorunu hem de sol muhalefet tartışmalarının merkezine yerleşecek. Aynı zamanda Kürtler arasında da “nasıl bir siyaset” tartışması bu seçimin sonuçlarına göre yapılacak. Dolayısıyla gelecek hafta bugün, Türkiye’nin yakın geleceği üzerinde doğrudan etkide bulunacak bir seçime tanıklık ediyor olacağız.

BirGün



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
36 Sorgu Yapıldı. 0,253 Saniyede Oluşturuldu.