Sanki dündü yılbaşı ağacını süsleyip şampanya açtığımız… Sanki dündü yeni yılı karşılayıp dilek tuttuğumuz! Dileğimiz de maşallah, ölünün fatihası olduğu gibi, bizim de bayram dileğimiz var: Gelecek yıl şu bayramı Karabağ’da, Şuşa’da kutlayalım!
Birkaç ay sonra yine kucak kucak kayıplarımız ve avuç avuç kazançlarımızla yeni yılı karşılayacağız. Bir yıla daha, “gelecek yıl Karabağ’a, Şuşa’ya gidelim” dileyiyle başlayıp vatandaşlık görevimizi yerine getireceğiz. Yine bir yıl yaşayacağız.
Yine Ermenileri, şarkılarımızı, yemeklerimizi çaldıkları için hırsızlıkla suçlayacağız…
Yine bir cebimiz sayısız tanımadık tanıdıkların düğün davetiyeleri ile dolup, öbürü boşalacak…
Yine yağmurlar, karlar “acımasızca” yağarak, masum sokaklarımızı kışa hazırlıksız yakalayacak…
Yine fiyatlar yükselecek…
Yine, yine, yine… Her şey en iyi ihtimalle geçen yıldaki gibi olacak…
Değişen; bir takvimdeki rakamlarda, bir telefonumuzda silmeye elimiz gelmeyen ve artık çoktan ulaşılmayan numaraların sayısında… Bir de Facebook’taki arkadaşlarımızın “dondurulmuş”, ama hala aktif, her ziyaretimizde törensel bir “saygı duruşu”yla anarak, duvarında yazmaya kelime bulamadığımız arkadaşların-bizi aniden terk eden arkadaşların- sayısında olacak… Bizden her adımda adil olmamızı isteyen Hakta bir kerecik olsun adalet görmedik… yarı yolda bırakmayı seviyor…
Bencilliğimden ölümden korkmuyorum. Ailemi kaybedeceğime, onlar beni kaybetsin, daha iyi… Ama Azrail’in seferberlik ilan edip, tüm gençleri işinden gücünden, yolundan alıp götürdüğü bir zamanda ölüme hazırlanmakta fayda var. Mesela, ben Facebook şifremi çok güvendiğim insanlara yazdım. Ruh çıkar çıkmaz zaten teslim olan bedeni, anlamsız geleneklerinizle takdime hazırlamayın. Sağlığında geleneklerinize uymayan birini, ölünce Allah’a “sadık kul” gibi sunmaya acele etmeyin… O, beni sizden iyi tanıyor…
Onun yerine Facebook profilimi, telefonumu kapatın, dedim. Sayfamda iltifat yazmayı bile yasakladığım arkadaşlar orda beni törensel bir “saygı duruşu”yla anarak, “neden sen?” sorusunu sormasınlar… Kalbini acıttıklarım, bazen şakanın haddini aşıp kırdıklarım, “şu yaptığını asla unutmayacağım” diyen arkadaşlar tüm kırgınlıklarını ani bir haberle unutup, tereddütsüz resmimi kendi profil resimleri yapmasınlar… Sanal cenaze töreninin kurallarına uygun olarak uzaktan yakından olan arkadaşları benli resimlerde işaretlemesinler…
Telefon edip, “yine şakan haddini aştı” diyecekler için ulaşılmaz olayım…
En önemlisi, benim ölümümle “leş kargalarına” fırsat vermeyin, imam falan gerekmiyor.
Ağıtlar yakıp mersiyeler okuyarak, tanımadığım “kutsalların” adına saçınızı başınızı yolunca beni hatırlayın… Yas tutunca, hayatı ne kadar çok sevdiğimi bildiğiniz için, benim de yerime yaşamaya, daha iyi yaşamaya çalışın. Daha çok gülüp eğlenin. Yanınızdaymışım gibi…
Benim için Kuran okumak gerekmiyor… O Kuran beni diriyken kurup kurtarmadı, öldükten sonra ruhumla zor uyuşur…
İhsan vererek işsiz güçsüz insanlara yeni dedikodu yeri kurmayın…
Çadır kurup, bensizliyi orda kutlamayın…
Özel eşyalarımı kendim hallettim… yakıp yırtıp attım… hiçbir şey kalmadı diyebilirim… Günlük olarak kullandığım her şeyi kendi eşyanızmış gibi kullanın, aranızdaymışım gibi…
… Ama biliyorum ki, annem sevdiğim yemekleri hiçbir zaman yapmayacak… Annem pilavı benim için süzüp, herkes için demliyordu. Demek ki, ev halkı sadece beni değil, pilav yeme şanslarını da kaybettiler…
Sakın fotoğrafımı kara çerçeveye reva görmeyin… Ki rengarenkliyi ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz…
Evet… Bir de, beni zevksizce ak kefene sarmayın… Biliyorsunuz, şık görünmeyi severim…
Ve en önemlisi – beni yabancı mezarlar arasında soğuk toprağın, ağır taşın altında yalnız bırakıp dönmeyin. Bırakmayın orda kimsesiz çürümeye… O mezarlar arasında kimsem yok ki…
Beni yakıp rüzgarlara savurun… O rüzgarlarla benden alınacak bir iki avuç külün hiç olmazsa bir tozu gereken adrese ulaşacak… o adrese ki, orda benim ailem, en yakınlarım uyuyor… o ailem ki, yirmi yıldır bir toz hasretiyle “gözleri yoldadır”…
Benimle mezarlık yapmayın. Bir nesil benden başlayamaz…
İşe imamlar karışırsa, merhumun vasiyeti böyleydi deyin. Deyin ki: Hayatınızda bir kez olsun adil olun; törenin zamanını SİZİNKİ seçti, bırakın biçimini bizimki seçsin! Zaten “olmaz”larınızla yaşamaya fırsat vermiyorsunuz… Bırakın istediğimiz gibi ölelim!
Vusala Mammadova
telgrafhane.org