Arada bir tür değiştirmek, paylaşımlara farklı bir içerik katmakta yarar var… “Türk Romanında Karnaval”da başlattığımız polemikçi denemeler sürmeli, kapsam genişletmeli…
“Kafamda Bir Tuhaflık”, Orhan Pamuk’un 2014 yılı yayımlanmış, yüzbinlerce baskı yapmış, yüzbinlerce kişiye ulaşmış son kitaplarından. Kitabı okuduğum on beş güne yakın süre içinde havaalanlarında, sokaklarda, parklarda karşılaştığım en az üç dört kişinin elinde de gördüm kitabı.
Türkiye’de kitap okunmuyor diyenler yanılıyor açıkçası. Kitap okuyanımız çok… Neler daha çok okunuyor, ya da kitap seçimlerinde neler etkili, işin burasına gelince durup epeyce düşünmek gerekiyor.
Kafamda Bir Tuhaflık’ta Orhan Pamuk Anadolu’nun ortasından, Beyşehir’den İstanbul’a göçmüş, önce gecekondularda yaşama tutunmaya çalışan, sonradan apartmanlara geçen ve en sonunda göğü delen yapılar karmaşası içinde farklılaşıp uğultulu koca kalabalığın bir parçası durumuna gelen insanların otuz kırk yıllık geçmişlerine uzanmaya çalışıyor…
Romanın sonundaki nota göre altı yıl sürmüş olan bu çaba ancak son bölümlerinde anlatıcısını kahramanlara yakınlaştırabiliyor. Başlarda kahramanlarının çizgili pijamalarıyla (s 101) uzun donlarıyla (hayatında hiç kısa don giyinmemiş, hatta görmemiş birisinin kendi donunu “uzun don” olarak parodik bir dille anması anlatıcının kahramanı karşısındaki tutumuna açık bir örnek oluşturur) gülünçleyen bir dil ve dışarıdan bir bakışla dalga geçen anlatıcı son bölümlerde yabancılığını ve yüksek duruşunu belli ölçüde yenebiliyor; taşlar kısman de olsa yerine oturuyor; anlatıcıyla kahramanlar arasındaki uçurum kapanıyor. Yabancılık son bölümlerde de yoğurtçu bozacı Mevlüt’e kendi iç dünyasında “egzotik” sözcüğünü kullandıran (s 273) bir biçem, onlarca yıldır büyük şehirlerde, hatta tüm ülkede tamamen ortadan kalkmış olan “düğüne ellerinde hediyelerle gelme” (s 405) durumlarıyla kendini göstermeyi sürdürür. Ancak başlardaki dil / olay örgüsü / anlatıcı kopukluğu kendini daha az duyumsatır olur. Romanın genelinde bakkalda satılan odun (s 54) altı kişinin rahatça sığabileceği Murat otomobil (s 422) 1923’te Alman birahanelerinin bozacıları kapattırmış olduğu (s 27) hikâyeleri de anlatıcının anlattığı mekân ve kahramanlarına uzaklığını ve özellikle seçkin ve olası Batılı okur için egzotik bir dünya kurma istencini vurgulayan çeşitli kilometre taşları olarak da görebiliriz.
Beyşehir’in bir köyünde doğup büyümüş olan, sokaklarda dolaşarak boza satmaktan hayatının sonuna kadar vazgeçmeyeceğini söyleyen başkahraman Mevlüt’ün köpek korkusu kitabın ilk tuhaflıklarından.
Romanın asıl tuhaflığı, Orhan Pamuk’un hemen tüm romanlarında ülkede politika namusunu temsil etmeye çalışan ve doksan yıldır onurlu duruş ve emekçiden yana olmanın bedelini canıyla, kanıyla, olmadık sıkıntılarla ödeyen sol düşüncenin uğradığı kasıtlı aşağılamadır…
“Kar”da kendini çok açık bir biçimde gösteren, sarhoş solcu Sunay Zaim’e masum imam hatiplilere kurşun sıktıran, sarhoş ve epeyce edepsiz karısı Funda Eser’e tombul ve çıplak kolları ve gerdanıyla izleyicileri tahrik ettirirken elindeki sucuğu bilmem neresine sokturtur gibi yapan yazar “Kafamda Bir Tuhaflık”ta da karnındaki ağrıyı açığa vurmaktan geri durmaz.
Orhan Pamuk’un, kendisinden daha derinlikli ve ince ruhlu bir şair olarak tanımladığı (Kar, s. 343) ve kendisini daha iyi temsil ettiğini bildirdiği kahramanı Ka, (“Kar’da da Orhan olarak silik bir kişi şeklinde görünürüm ama bana benzeyen tabii ki Ka’dır” -Orhan Pamuk, Söyleşi, 10 Haziran 2002, Aksiyon Dergisi-) eski bir solcudur ama hayatının o dönemini ve solcuları andıkça büyük bir eziklik ve utanç duymaktadır. “Bir zamanlar kendisini Nişantaşılı bir burjuva gibi gören siyaset meraklılarına duyduğu cinsten bir öfke geçti Ka’nın içinden. Lisede bu adamlar pandikleşerek sürekli birbirlerini ibne durumuna düşürmeye çalışırlardı. Bu faaliyetin yerini daha sonraki yıllarda birbirlerini ve daha çok da siyasal düşmanlarını polis ajanı durumuna düşürme oyunu almıştı” (s. 54).
“Tuhaflık”taki Orhan Pamuk’un solcularının hiçbiri dürüst değildir. Solcu kahraman Ferhat’ın iç sesinde ortaya çıkan bu betimleme, “kimisi Maocu, kimisi Moskovacı eski solcuların bir yolunu bulup kazandıkları üç beş kuruş ile İstanbul’dan Güney’e kaçmak düşüncesi içinde oldukları,” ile tekrarlanır (s 333). Kahramanı Süleyman’a göre de zeki komünistler evlenir evlenmez fikirlerini unutup para kazanmaya bakar (196). Komünist dergâhlarında Atatürk resimlerinin asılı olması polise karşı korunma mekanizmasının sonucudur (s 292) Kahramanı Mevlüt’e göre komünistler Atatürk’e sonuna kadar inanıyor olmakla birlikte sürekli onun aleyhinde atıp tutmakta, dindarlar ise Atatürk’e inanmamalarına rağmen onun aleyhine konuşmamaktadır. Yazara göre solcular bir dava peşinde filan değil, düzmece oyunlar içindedir. Ya Çincidirler ya Rusyacı (s 103).
Öyle sanıyorum ki, emperyalizmin ve yerli ortaklarının en büyük hedefi olan sol düşünce el birliği ile günden güne değersizleştirilirken ülkenin en çok okunan en çok ün kazanmış yazarı da solun gözden düşürülmesine kendi katkısının verdiği hazla yazmayı sürdürmektedir. Sağdan ve soldan, her koldan, her kanattan, “Yürü ya kulum,” denmiştir ya kendisine… “Okunamama” dışında da adam gibi bir eleştiri almamıştır…
“Saf ve Duygulu Yazar” olma payesi bile kendisine bahşedilmiştir…
Bu işte bir tuhaflık var doğrusu…
Alper Akçam
telgrafhane.org