Bir önceki “ Ankara’nın Payitaht Seçilmeyişi” başlıklı yazımızda; Büyük Millet Meclisi Reisi ( yani o vaktin mevzuatına göre hükümet reisi de olan) Mustafa Kemal Paşa’nın da imzası bulunan bir hükümet kararıyla, İstanbul yerine seçilecek yeni “ payitaht ”ın ivedilikle belirlenmesi, yedi sekiz ay gibi kısa bir zaman içinde, derlenip toplanarak, yerleşilebilecek ve içinde yaşanabilecek hale konması istendiğinden bahsetmiştik.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasından hemen dokuz ay sonra, (31 Ocak 1921 Günü) meclis başkanlığına sunulan bu Milli Hükümetin teklifiyle : ( Allahın inayetiyle, İstanbul kurtarılabilse dahi) artık sadece bir merasim merkezi olarak muhafaza olunması gerektiğinden bahsedilerek;
a) Milletin asıl istiklal merkezini,
b) Hakiki faaliyet ve hükümet merkezini,
c) Fabrika ve resmi müesseselerini,
d) Anadolu’nun sevkülceyşi(strateji) bakımından en emin ve en muhafazalı bir yerine nakil ve vazeylemek( yerine getirmek) gerektiğini belirtilmekteydi.
Yine hükümet kararıyla belli kıstaslar doğrultusunda, belirlenen 9 ilke kapsamında geniş bir araştırma yapılarak, yeni payitaht yerinin belirlenmesi için oluşturulan “Payitaht Komisyonu” na, meclisten de üç mebusun iştiraki isteniyordu.
Yazımızda, teklifin mecliste görüşülmesi esnasında, özellikle “ İstanbul”un payitaht düşünülmemesinden kaynaklanan şiddetli tartışmaları yansıtmış ve bunun sonucunda yapılan oylamayla da bu çalışmalara son verildiğinden bahsetmiştik.
İşte bu tartışmaların ve ülkeye yeni bir payitaht yeri seçilmeyişinin üzerinden iki yıl geçer. Halk Fırkası’nın 9 Ekim 1923 Salı Günlü grup toplantısında, aynı meselenin mutlaka karara varılacak şekilde tazelendiği görülür. Bu sefer, yeni bir hükümet merkezi kurmak için yer aranmıyordu artık! Yer bulunmuştu.
İsmet paşa ile arkadaşları, doğrudan doğruya, “ Ankara”yı teklif ederler. Buna tek tük itiraz edenlerin kimi “ Sivas”ı, kimi “ Kayseri”yi , “Erzurum”u ileri sürüyorlarsa da İsmet Paşa’nın:
-“Memleketimizin her tarafını müdafaa etmek mecburiyetindeyiz. Bu işte takip etmemiz lazım gelen siyaset de, kendi kendimize istinat etmektir. Bunun için de merkezimizin, vatanımızın orta yerinde olması lazımdır. Vatanımızın ortası da Ankara’dır. Burası, gerçi bugün birçok medeni vasıtalardan mahrum ise de, biz burayı hükümet merkezi yapmakla, cihana karşı mücadelemizde daima, her türlü zorluklara galebe edeceğimizi ilan etmiş olacağız.” tarzındaki beyanatıyla, davayı izah ve hemen kabul ettirmiştir. Hazırlanmış olan bir maddelik ; “ Türkiye Devletinin makarr-ı idaresi Ankara şehridir” teklifi, Büyük Millet Meclisine sevk ettirilir.
13 Ekim 1923 Cumartesi Günü toplanan mecliste, layiha ve Kanun-i Esasi Encümenlerinden geçen bu teklif, usulü dairesinde müzakereye başlanır.
Bu sefer de ilk itiraz eden Gümüşhane mebusu Zeki Kadirbeyoğlu şöyle der:
-Akdeniz ile Karadeniz’in birleştiği noktada tabiatın bütün güzellikleriyle bezenmiş İstanbul şehrine olan iğbirarınızın manasını bir türlü anlayamıyorum. İstanbul, memleketimizin en büyük ticari ve fikir merkezidir. Bahsedilen siyasi ve askeri mahzurlardan hiçbiri de varit değildir.
Bu itiraz üzerine tartışma olur. İğbirar, (kırılmak, gücenmek) sözünü protesto eden mebuslardan Celal Nuri Bey:
-İstanbul ancak, Avrupa, Asya ve Afrika’da yerleri olan muazzam Osmanlı İmparatorluğunun merkezi olabilirdi. Hadiseler yeni Türkiye Devletine merkez olarak Ankara’yı göstermektedir. Bundan sonra İstanbul’un iktisadi bakımdan geliştirilmesine çalışmalıyız. Esasen orayı ihmal edecek değiliz. Fakat devlet merkezi, düşman toplarından uzak olmalıdır.
Demişse de, buna da itiraz edenler olmuş ve ezcümle Bolu Mebusu Tunalı Hilmi bey:
-Yanlış iş yapıyorsunuz! Demek ki Ankara’ya çekilerek, İstanbul’u Hilafet Makarrı (karargâh, merkez) yapmış, İslam âlemine terk etmiş oluyorsunuz demiş ve sözü, “ Hayır.. Terk edemeyiz! Etmiyoruz..” sesleriyle karşılanırken, Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey de:
-Zafer yıldızı Ankara’da doğmuştur. Işığını da buradan neşredecektir. Ama Ankara’nın Türkçe olmayan ismini de değiştirmeliyiz. İstanbul’un gayr-i milli çevresi tamamıyla dezenfekte edilmedikçe oraya gidemeyiz… diye bağırmıştır.
İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi Tanrıöver’de:
-Her yerde kötü adamlar yetişir, İstanbul’u kötülemeyin! Karşılığını verince Besim Atalay Bey de:
-Maksadım İstanbul halkını kötülemek değildir. Kimleri kastettiğim malumdur. Biz Ankara’da yaşayacağız. Buranın tozu bize pudra gelir. Burada kireçli su içeriz, ama düşmanın da canına okuruz… Diye gülümsemeler arasında sözünü bitirmiştir.
Nihayet müzakerenin yeter görülmesi üzerine oya konan teklif, yirmiye karşı büyük bir çoğunlukla kabul ve Ankara’nın , “Türkiye Devletinin idare-i makarrı” oluşu ilan edilmiştir.
Artık, Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olmuş, milli mücadelede taşıdığı önemi ve katkısıyla onurlandırılmıştır.
Cevdet Tarihçi
telgrafhane.org