Munise dün akşam geç saatte Ankara’dan yola çıktı; Pazar günü saat 14.00’de, Darıca Balıkçılar Köyü Derneği’nde Dudunalı hemşerileriyle buluşuyor.
Kaç yıl geçti aradan ki… Üç değil, beş değil, on, yirmi değil, kırk değil, belki seksen yıl… Kendi doğduğu köyüyle dul anasının evlenip geldiği Ölçek köyü arasındaki yolu, o yol üzerindeki Kura nehrini köpürerek akan bulanık suları içinden, bir at furgunu üstünde geçerken başladı Munise yaşamını gözden geçirmeye…
Kimler katılmadı ki ona… Dursun Akçam’ın “Kafdağı’nın Ardı” adlı kitabında yer verdiği, kardeşi Durmuş’un “Antep Tırpancıları” adlı anı notlarında dile getirdiği, her iki kardeşin de yıllar arayla ekip başı olmuş Ölçekli İso öncülüğünde, güneşte parlayan mübarek çelik tırpanlar omuzda, örs çekiç, yol azığı peynir ekmek sırttaki dağarcıkta yola çıkıp beş gün dört gece dağlardan yürüyerek vardıkları Muş ovasında ağa çayırlarında geçen birer aylık tırpancılık hikâyesi… Geniş biçenek sahibi ağalarla, doğayla, dayanılması zor koşullarla, ekmek parası, çoluk çocuk nafakası için girişilmiş dişe diş bir mücadele…
Türkiye’nin dünya çapında gururu, Unesco’nun gelişmekte olan ülkelere örnek model gösterdiği, yarım kalmış Anadolu Rönesansı’nın mimarı Tonguç Baba ve Köy Enstitüleri kavgasında en ön safta yer almış Hürrem Arman’ın “Piramidin Tabanı” adlı anıtsal yapıtında sözünü ettiği, Ankara’nın Nallıhan, Güdül, Beypazarı köylerinde davul zurnayla gelip köylülerle birlikte okul yapımına girişmiş ve aynı okula kendini öğretmen atanmasını sağlayarak ömrünü kavruk Anadolu çocuklarının aydınlanmasına adamış bir güzel insan, Topal Hasan Efendi ve onun karşısına çıkmış kurmaca kahraman “Bozdere’nin çılpağı” Eşref çocuk…
Ve kendileri çoktan toprak olmuş; o güzel atlara binip gitmiş iyi insanların değil kendilerini, değil çocuklarını, torunlarını kendi hikâyeleriyle buluşturmak için kolları sıvamış bir yazar… Ardahan’dan ilk çıkışı, sekiz yaşında, ilk bakışta kulaklarının kepçeliği hemen göze batan, babası Dursun’un yedeksubay elbiseleri üzerinde, annesi ve bir kardeşi yanlarında, posta treni ile iki gece üç gün is pas içinde giderek ulaştıkları İstanbul’da, kaldıkları Üsküdar Sultantepe’deki okuldan Samatya’daki bir hastanede ziyaretine gittiğini anımsadığı bir ütücü kadının elli beş yıl sonra telefondaki sesiyle iki yıl önce yeniden karşılaşmış, afallamış, heyecanlanmış, yıllardır yazılmayanı yazacağım, gölgesi, sesi yitip gitmiş olanı yeniden çağıracağım yaşama, başka bir hayat kuracağım, çiçeği ve güneşi bol, en azından hayal sofraları bereketli, tutanamayanların da yargıç koltuğuna oturabildikleri bir dünya diyen bir yazar…
Yazarın altıncı romanı Munise… Belki de onu en çok heyecanlandıran romanı… Köylüleri Ölçekli İso’nun, Pehlivan Smo’nun, Esmani Çavuş’un, Bülbül Huso’nun, Tahtasız İlyas’ın, Vıji Alişan’ın, Doydo Ali Rıza’nın, Memet ve Durmuş amcalarının, kimi gerçek, kimi kurmaca kahramanlarının hayalle hakikat arasında gidip gelen buğulu anılarında torunlarıyla buluşmasına tanıklık etmek isteyen bir yazar…
Öyle sanıyorum ki, aybaşından başlayarak kitapçı raflarında da yerini alacak Munise. Yazarın tüm dostları da en yakınlarındaki D&R’larda, diğer kitapçılarda Munise’nin raflardaki yerini alması için görevlilerle bir dayanışma-didişme uğraşına girecek. En azından internet dağıtıcıları aracılığıyla ulaşılabilinecek…
Munise, anıları iç ürperten, güzel insanların yitik gölgelerinde bugüne ışık tutan, yüzlere kocaman ve biraz da hüzünlü gülümsemeler bırakan bir roman olacak.
Halkımız edebiyatın sayfalarında kendi hikâyesiyle karşılaşacak…
Yolu açık olsun…
Alper Akçam
telgrafhane.org