AKP’nin yeniden tek başına iktidara geldiği 1 Kasım seçimlerinin ardından Türkiye’yi terk ettiğini açıklayan, ancak iki ay sonra geri dönen şair ve yazar Yılmaz Odabaşı, "Türkiye dışarıdan dehşet verici görünüyor. Avrupa şehrinde yabancılarla otururken dahi örneğin Silvan’daki operasyonlar, Bugün TV’ye kayyım atanması,Can Dündar’ın tutuklanması gibi konular konuşuluyordu" dedi. "Avrupa’da özellikle devletin Kürt’lere karşı bir soykırım uyguladığı ve AKP hükümetinin İŞID’i desteklediği algısı çok yaygın" diyen Odabaşı, "Beni yurt dışında bulup vurmaktan söz edenler oldu. Hakkımda daha önceden açılmış bir Cumhurbaşkanı'na hakaret davası da vardı. Sonuçta iki ay sonra tutuklanmayı göze alarak döndüm" diye konuştu.
Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (2 Mayıs 2016) Odabaşı'nın açıklamaları şöyle:
1 Kasım sonrası ülkeden ayrıldınız. İki ay sonra döndünüz. Gitme gerekçeniz sizi haklı çıkardı mı?
Suruç ve Ankara’da bombaların patladığı günlerde bütün hukuksuzlukların, kötülüklerin cezasız kalmaması gerektiğini düşünerek Twitter hesabıma öfkeyle: “AKP, tek başına iktidar olursa Türkiye’yi terk ederim!” diye yazmıştım. Seçim sonuçları açıklandığında yüzlerce Aktrol, Twitter’da yüzlerce küfür ve hakaret yağdırarak “Haydi, Türkiye’yi terk et!” diye yazarken İsviçre’deydim. Bu ağır küfürlere, ithamlara o gün çok öfkelenip, “O halde terk ediyorum!” dedim. Bir anlık öfkeyle yazdım. Havuz medyası, Twitter hesabımdaki tek cümleyi alıp ilk sayfalarına taşırken muhaliflerin seçmen iradesine saygısız olduğunu ispat çabasındaydılar. AKP lehine kullanıma uygun olmasa telaffuz dahi edilmezdi. Aynı havuz medyası, hakkımda açılan Cumhurbaşkanına hakaret davasını haber bile yapmadı.
Dönmeniz için telkinde bulunan dostlarınız oldu mu, özellikle gazetecilerden?
Elbette, çok oldu. Hatta bazı gazeteci ve yazar arkadaşlarım gelmezsen “Yılmaz Odabaşı Türkiye’ye dönsün” diye imza kampanyası düzenleyeceğiz dediler. Bir de bunun gürültüsü patırtısı olmasın istedim. Bu ülkenin benim bir yerlere gitmemden ya da dönmemden çok daha önemli sorunları varken gitmemin abartılması gibi dönüşümün de abartılmasını istemedim.
Yurt dışındayken Türkiye’de olanları nasıl gördünüz?
Dehşet verici. Zaten o sürede birkaç ülkede kaldım, pek çok Avrupa şehrinde yabancılarla otururken dahi örneğin Silvan’daki operasyonlar, Bugün TV’ye kayyım atanması, Can Dündar’ın tutuklanması gibi konular konuşuluyordu. İsviçre’de bir arkadaşımın boşanma davasıyla ilgili görüşmeye geldiğinde tanıştığım İsviçreli bir avukat, bir yazar olduğumu öğrenince İsviçreli avukatların Silvan için dayanışma toplantısına beni davet etmişti mesela. Özellikle Avrupalı insan hakları aktivistleri, hukukçular ve medya Türkiye’de olup biteni en az bizim kadar dikkatle izliyorlardı.
Nasıl bir algı var?
Gittiğim her yerde Türkiyeli bir yazar olduğumu öğrenen yabancılar, bana Türkiye’de bir diktatörlük olduğunu söylüyorlardı. Avrupa’da özellikle devletin Kürt’lere karşı bir soykırım uyguladığı ve AKP hükümetinin İŞID’i desteklediği algısı çok yaygın.
Muhalefette alternatif çabası var mı?
AKP’nin en büyük başarısı, karşısında güçlü bir muhalefet olmayışından. Görünen o ki, Kürt illerine yönelik yakıp yıkan operasyonlarla MHP ve HDP’den oy devşirip başkanlık sistemi için bir referanduma zemin hazırlıyorlar. Evet, muhalefet partileri başarısız. Fakat bunda bütün medyayı kendi çiftliğine dönüştürmüş AKP’nin de payı var. Algı operasyonlarıyla, kirli ve ilkesiz siyaset anlayışlarıyla karşılarında temiz hiçbir oluşum soluk alamıyor. Tarihte görülmemiş bir açgözlülükle her tür entrikayı, küfrü, yalanı meşru sayıyorlar.
Bu şartlarda dönmeye karar vermek cesaret isteyen bir iş sanki.
Tehditler, küfürler bitmedi. Beni yurt dışında bulup vurmaktan söz edenler oldu. Fakat baktım ki AKP’liler için el toprağında ölmeye değmez ve bunun AKP’lileri sevindirmekten başka işlevi olmaz. Hakkımda daha önceden açılmış bir Cumhurbaşkanına hakaret davası da vardı. Sonuçta iki ay sonra tutuklanmayı göze alarak döndüm. Dönüşümle ilgili bir açıklama yazısı yazdım. Bu arada hakkımda ikinci kez Cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı.
Yeni Anayasa’da başkanlık tartışmasının yanına bir de laiklik tartışması girdi. Bu tartışmalara bir çerçeve çizmenizi istesem.
12 Eylül Anayasası’nı değiştirip demokratik bir Anayasaya yapalım filan değil AKP’nin derdi. Başkanlık sistemine giden yolu açmak istiyorlar, madem saray var bir de Saddam olsun istiyorlar. Bu ülkenin TBMM başkanının, sırf kişisel kanaati olarak sırf içinden öyle geldi diye laikliğin kaldırılmasından söz etmiş olması mümkün mü? Şöyle bir toplumu yokladılar.
Sonuç ne olur?
Laikliğin kaldırılması, kanımca AKP’nin çapını aşar. Hiç ummadıkları bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalırlar. Zaten ben AKP’nin toplumun yüzde 50’si ile ilan edilmemiş bir savaş sürdürdüğüne inanıyorum. O yüzde 50’nin içinde laiklik yanlıları var, Kürt’ler var, cemaat var. Son derece pervasız, yasakural tanımaz bir biçimde ellerinde devletin her imkanını kullanarak aleni bir savaş sürdürüyorlar. Zaten bu çağda savaş artık kılıçla, topla, tankla değil, siyasal, sosyolojik, sosyopsikolojik, ekonomik, hukuksal vb. yöntemlerle yapı- lıyor ve AKP, bu toplumun yüzde 50’si ile bu toplumun yüz yıllık kültürel raylarını bir bir söken, Anayasayı hiçe sayan, son derece sinsi, hesaplı bir savaş yürütüyor.
Akademisyenlerle ilgili bir sıkıntı söz konusu. İşten atılmalar, soruşturmalar hatta hapis cezaları… Sizin bildiriye bakışınız nasıl oldu?
Bilginin, bilimin reddine yaslanarak siyaset yapıyorlar. Farklı fikirlerden korkuyorlar. Hükümet olarak her tür akademik çalışmanın ve akademik özgürlüklerin teminatı olmaları gerekirken akademik özgürlüklerin bizzat engelleyicisi olmakla bilime, bilgiye, ifade ve düşünce özgürlüğüne karşı suç işliyorlar. Son derece tahammülsüzler. Bu ülkeyi Sudan, Afganistan gibi ülkelere benzetmeye çalışıyorlar. Çünkü cehaletten besleniyorlar. Çünkü soru soran, muhakeme yeteneğinden ve eleştirel bakıştan yoksun bir toplum istiyorlar. Bakın en küçük bir eleştirel bakış, AKP’nin bütün foyalarını ortaya çıkarır.
Ergenekon diye bir örgütün olmadığına karar verdi mahkeme. Ergenekon’a ve bu karara bakışınız nasıl?
Ergenekon davası, Türkiye’de askeri vesayetin tasfiye edilmesi stratejisinin bir parçasıydı kanımca. Bu dava, bayrak mitingleriyle “ordu göreve” diye bağrışan bazı ulusalcıları kısmen bozguna uğrattı. Arada ilgisiz kişiler de alındı. Bu dosya kapanmış olsa da, yargılananlar arasında örneğin Veli Küçük, Arif Doğan gibi isimlerin temiz, sütten ak kaşık olduklarını kimse anlatamaz bana.
Askeri vesayeti bitirme iddiası var?
Askeri vesayet yıprandı fakat yerine demokratik bir Türkiye inşa edilmedi. AKP, askeri vesayetin yaşadığı sarsıntının oluşturduğu boşluğa sızarak bir sivil dikta inşa oluşturdu. AKP’nin meselesi suç örgütleri olsaydı, bu ülkede irili ufaklı çok sayıda suç örgütü çıkardı. Mesela Hrant Dink cinayetinin arkasından bir suç örgütü çıkardı, başka bir mecrada şiddet yanlısı dinci örgütler ya da ülkücü mafyasından tutun da JİTEM veya onlarla koordineli Kürt illerinde faili meçhul cinayetlerden sorumlu tutulabilecek bir sürü oluşum, şebeke çıkardı. Fakat AKP, sadece kendi yolunu açabilecek davalarla ilgilendi. Yani AKP’nin meselesi devlet yönetiminde şeffaflık, demokratikleşme değildi. Pragmatist, günü kurtaran ve dün tükürdüklerini bugün yalayan siyasal pratikleriyle, işlerine gelen suçlu, işlerine gelmeyen suçsuzdu onlar için.
Medyaya baskılar konusunda Batı hemen her gün uyarılarda bulunuyor ama baskılar burada daha da şiddetleniyor. Sizce nereye kadar gider bu süreç?
Aslında Avrupa’dan tepkiler, AİHM’den davalar ve Türkiye’nin iyi geçinmek zorunda olduğu bir dünya olmasa, bir tek muhalifine göz açtırmayacak ve Can Dündar gibi pek çok insanı bir gün bile dışarıda tutmayacak kadar tahammülsüz ve öfkeliler. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan, kendisi gibi düşünmeyen herkese çıldırıyor. AKP’nin lideri de, kadroları da kasabalı algılarını hiç farklı fikirlerle sı- namamış, yıllarca birbirlerini onaylayıp durmuşlar. Bir demokrat hoşgörüden yoksunlar. Bu yüzden bizden olmayan herkes bize düşman algısı var.
Bu iletişim ve hız çağında basın özgürlüğü konusunda bütün bu yaptırımlarla sadece bu ülkeyi dünya önünde utandırmaktan başka bir şey yapamazlar; bu konuda çaresiz olduklarının farkında bile değiller. Hitler Almanya’sı değil artık bu dünya.
Kaos devam ediyor. Şehitler, sivil ölümleri var. ‘7 Haziran’dan sonra bu ortam siyasi bir tercihti’ diyenler oldu.
AKP, çözüm süreci samimiyetsizliği maskesini çıkardıktan sonra Kürt illerinde yakıp yıkan çağ dışı yöntemlerin kendilerinin lehine olduğuna çok inandı. Şiddetten, husumetten rant devşirmeye yönelerek 100 yıl sınanmış fakat bir sonuca varamamış inkar ve imha ile ifade bulan klasik devlet geleneğine geri döndüler. Belki MHP’den yüzde 3 oy devşiririz, belki HDP ile başkanlık sistemi karşılığında masaya otururuz gibi küçük hesapları var. Onlar bu küçük hesaplarla avunurken olan suçsuz, masum sivillere, Anadolu’nun doğusundan batısından gencecik asker çocuklara, eşleri dul, çocukları yetim kalan polislere oluyor. Kanımca AKP ile Türkiye daha bir süre bu akıl tutulmasının bütün travmalarını yaşayacak. Türkiye, tarihinde olmadık kadar hukukun, Anayasanın askıya alındığı bir sivil darbe döneminden geçiyor ne yazık.
t24