2013 Haziran’ı öncesi soldaki durumu kısaca hatırlayalım:
Bir öbek için durum artık netti: AKP’ye karşı sonuç alıcı mücadele, 1. Cumhuriyet’in sahiplenilmesi temelinde en başta Ergenekon-Balyoz davaları üzerinden yükselecekti. Silivri’den çıkmaları kaçınılmaz olanlar, dışarıda kendilerini bekleyen geniş kesimlerle buluştuklarında büyük bir Cumhuriyetçi hareket AKP’yi önüne katıp süpürecekti…
İkinci öbek açısından da belirli bir netlik söz konusuydu: AKP’yi asıl sıkıştıran ve sonuçta dize getirecek olan Kürt siyasetiydi. Kürt siyaseti, kendi merkezi hedeflerine bu ülkenin özgürlükçüsünün, solcusunun, emekçisinin ve aydınının özlem ve arayışlarını da eklemleyip AKP’yi götüren ana toplumsal muhalefet damarı olacaktı…
2013 Haziran’ı her iki öbeği de afallatmıştır.
Birinci öbek, kendi kurgusundaki yerleşik tema, vurgu ve söylemleri aşan, üstelik doğal olarak hiç beklemediği bir kitlesellikle karşılaşmış, Haziran’ın çok yönlülüğünü ve zenginliğini kendi kurgusuna indirgeyemeyeceğini görmüştür.
İkinci öbek, birincisinden daha fazla afallamıştır. “Darbe”, “mesafe koyma”, “AKP’yi sandıkta yenemeyenler” gibi tuhaf açıklamalar tastamam bu afallamanın sonucudur. Bu ülkede Kürt halkının saygın ve onurlu hareketliliği dışında bir başka hareketliliğin birdenbire ortaya çıkması, bu öbek için de şaşırtıcı olmuştur.
Her neyse, bunları geçip daha sonra gelişen süreçlere bakalım:
***
Açık konuşmak gerekirse, aradan geçen 14 ayı “Haziran’ın yenmesi” süreci olarak tanımlamak mümkündür.
Haziran’ın “takvimsel” talihsizliği, Türkiye’nin bu büyük olay sonrasında iki seçim dönemine girmiş olmasıdır: Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri…
Haziran’ı “yiyen” ya da “eksilten” bir başka etmen ise 2013 Aralık ayında patlak veren krizdir.
Kısaca şöyle:
Özellikle iki büyük kentteki belediye başkanlığı seçimleri, Haziran’a katılan geniş kesimleri “ultra politikleştirerek” aslında “depolitize” etmede kullanılmıştır. “Ultra politikleşme” ile kastedilen, Haziran’da sokağa çıkanların “İstanbul ve Ankara’yı kaybederlerse bu iş biter” noktasına çekilip orada sabitlenmesidir. İstanbul’da Sarıgül’ün, Ankara’da ise Yavaş’ın kazanma olasılığı, Haziran’ın potansiyel politik açılımlarını iğdiş eden bir sabitlemenin, bu anlamda “ultra politizasyonun” aracı olmuştur.
Bugün de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde böyle olmaktadır. Bugün gelinen yer, “dinciymiş minciymiş, şu Tayyib’e dersini versin yeter” noktasıdır. Ve az buz değildir: Haziran’dan sonra önce Sarıgül-Yavaş, sonra Ekmeleddin İhsanoğlu…
Düzen, Haziran’da “hırçınlık”, bir bakıma “cadalozluk” görmüştür ve bunun uslandırılması, evcilleştirilmesi gerektiğini tespit etmiştir. Sonra, bu evcilleştirmenin araçları olarak yukarıdaki isimler bulunmuş, lanse edilmiştir (Shakespeare’in komedisindeki gibi: “The Taming of the Shrew” (Hırçın Kız)).
CHP’nin, kimi milletvekilleri dâhil “en soldaki” kesimleriyle birlikte “ulusalcılar”, “Kemalistler” ve Haziran’da sokağa çıkan önemli bir kesim bu noktaya getirilebilmiştir.
Bir ek daha: 2013 Aralığında yaratılan hava, “artık üzerini çizdiler”, “bu iktidarla ve Erdoğan’la gidemezler”, “uzatmaları oynuyor” gibi tespitlerle, AKP’nin ve Erdoğan’ın götürülmesinde kitlesel muhalefete göre bir yerlerden düğmeye basan odakların yukarıdan çok daha etkili olacakları düşüncesini beslemiştir.
Bu da, Haziran’ın, bir başka cihetten “yenmesi” ya da “eksiltilmesidir”.
***
Haziran sonrası süreçler açısından Kürt siyaseti, birinci öbeğe göre çok daha başarılı bir performans sergilemiş, “adaptasyon” sorununu önemli ölçüde aşmıştır.
Birincisi: AKP ve Erdoğan karşıtı söylemlerini yerine göre hayli sertleştirerek Haziran’daki “darbe” gafını önemli ölçüde telafi etmiştir.
İkincisi: Özellikle Demirtaş’ın adaylığıyla birlikte, salt Kürtlerin dışında bu ülkedeki geniş kesimleri etkileyebilecek, bir yerde 1960’ların Aybar’ını (TİP), bir yerde de 1970’lerin Ecevit’ini (CHP) çağrıştıracak, halkçı, eşitlikçi ve yoksuldan yana çıkışlara yönelmiştir.
Üçüncüsü: “Sadelik”, “sevimlilik” ve “dürüstlük” gibi özellikleri karşılama açısından en uygun kişi olduğu görülen Demirtaş’ı öne çıkararak isabetli bir aday tercihinde bulunmuştur.
Gelgelelim, mesele, Kürt siyasetindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine endeksli olumlu vurgu kaymaları ve Demirtaş’ın sıcak yüzüyle hallolacak gibi değildir.
Sosyalistler açısından Kürt siyasetindeki temel sorun, ortaya önce bir “Kürt ekseni” konulması, ardından bu ülkedeki her tür eşitsizliğin, sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin, baskının, zulmün vb. bu eksen etrafına yerleştirilmesi ve “çözücü” unsur olarak da bir sınıfın değil, bir halkın ya da ulusun gösterilmesidir.
Evet, Marx daha ilk yazılarında proletaryayı kendi kurtuluşuyla tüm insanlığı kurtaracak sınıf olarak tanımamıştı. Ama kurtarıcı, ancak bir sınıf olabilir; bir halk ya da ulus değil. Yoksa ulusun da kendi sömürücüleri, ezenleri, baskıcıları vardır.
Dolayısıyla, bu kadarını zorlamamak gerekmektedir.
***
Sonuçta, Türkiye sosyalist hareketinin ana öbeklerinin yaptıkları gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandığa gitmemek, alınabilecek en doğru siyasal tutumdur. Eğer “Haziran’ı yedirtmeyelim”, “eksilmesine izin vermeyelim” deniyorsa, bunun için yapılabileceklerden biri (kesinlikle başlıcası ya da “en kritik olanı” değil) seçimlerde sandığa gitmemektir.
Bir “nüansla” birlikte: Sandığa gidip Erdoğan dışındakilere oy vereceklerin tamamına 2010 yılının “yetmez ama evetçileri” muamelesinin çekilmesi ciddi bir haksızlık olacaktır.
Tamam, bu yapıldı sandığa gidilmedi diyelim. Ancak, bundan sonrasında çok daha sıkı durmak, şimdiden politika üretmek ve üretilen politikaları geniş kesimlerde işlemek gerekmektedir:
• Önümüzde bir seçim daha vardır: (Belki de erkene alınabilecek) 2015 Genel seçimleri;
• Boykot, öyle her durumda başvurulabilecek bir araç olarak görülmemelidir; boykotu yalama olacak şekilde sıklıkla kullananlar, kendilerinin de boykot edilmesine hazır olmalıdırlar;
• 2015 (ya da daha erken) seçimleri için şimdiden düşünülmeli, politikalar geliştirilmelidir;
• Haziran’ı “yedirtmemenin” yolu, elbette ne tutup yeni bir Haziran yaratmaya çalışmak ne de oturup yeni bir Haziran gelsin diye beklemektir.
• Türkiye geçmişte bir başka Haziran daha yaşamıştır: 15-16 Haziran 1970. Bu tarihten sonra bu kitlesellikle ve çarpıcılıkta başka bir işçi eylemi hiç gerçekleşmemiş olsa bile, 1970’li yıllarda sol hareketi yükselten ve sınıf temeline oturtan tüm çalışmalar 15-16 Haziran’ın birikimi üzerinde gelişmiştir;
• Evet, Haziran 2013’ün mahiyeti, bileşimi, süresi vb. farklıdır; ama önümüzdeki dönemde toplumu siyasallaştırma ve siyaseti toplumsallaştırma çabalarının 2013 Haziran’ının en azından belleklerde tazeliğini koruyan epizotları, arayışları, yönelişleri üzerinden yürütülmesinin önünde hiçbir engel yoktur.
Metin Çulhaoğlu