01.08.2014, Cuma







Oklar Endüstriye mi Kapitalizme mi? / Kubilay Kızıldenizli yazdı…
Oklar Endüstriye mi  Kapitalizme mi? / Kubilay Kızıldenizli yazdı…
1 Nisan 2014 21:22
Font1 Font2 Font3 Font4

Nasıl bir dünyada yaşamak istersiniz?

Bir düşünün eğitim öğretim yok,”işe geç kaldım” yok, sınav stresi, nükleer enerji, elektirk enerjisi, yaşamak için meslek edinme ve  iş bulma stresi yok. Üst üste bindirilmiş evler, büyükşehir organizasyonları, para, servet, stok, stok maliyeti, banka, kredi, çek, senet, haciz, aile, parti, dernek…yok!

Savaş yok, arkadaşının sırtına basıp yükselme yok, sınıf mücadelesi yok.

Kısacası yaşamı yaşanmaz kılan hiçbir şey yok.

Sadece yaşamak için doğa ile mücadele var, doğayı “evcilleştirme” var!

Yaşadığımız günleri mi tercih edersiniz, tarih öncesin de mi yaşamayı seçersiniz? Yoksa bugünkü dünyayı altüst edip, her şeyi yerli yerine koyacak, doğa ile uyumlu, insanların arasında “daha çok kâr” amacı için çıkan savaşları yok edecek, kâr güdüsünü ve amacını ortadan kaldıracak bir dünya için yaşamak mı istersiniz?

 

Siz hangisini seçerdiniz?

 

Enerjiye yüzde yüz gereksinim duyduğumuz bu endüstrileşmiş yaşamda hem sağlıklı yaşayabilmek hem de endüstrinin nimetlerinden yararlanmak mümkün mü? Kaynaklarımız belli, tek enerji kaynağımız güneş.Başka enerji kaynağımız yok ya da güneş enerjisi kökenli,kömür petrol gibi rezerv kaynaklar var.Şu anda endüstri toplumunda yaşıyor ve tarih öncesi yaşam koşullarına dönmek istemiyorsak, ne yapabiliriz?

 

Annelerimizin kül ile bulaşıklarımızı yıkadığı günlerden çok uzağız Şimdi bulaşık deterjanı var, makinası var. İnsanoğluna zaman kazandıran bu malzemelerin üretimi için enerjiye gereksinimimiz var

 

Basit bir bulaşık veya çamaşır yıkama için harcanan onca enerji, kimyasal maddeler ve bu maddelerin atıklarının doldurulduğu ve parçalanması ve yok olması yüzlerce yıl alan denizlerimizin feci durumu ortada. En önemlisi çılgınca ve anlamsız yaşam “standartımızı” pompalayan bir sistem var. Kullanılan tüm bu malzemeleri, kimyasalları pompalayan bir sistem!

Elbette baş sorumlunun endüstri olduğu da düşünülebilir.Ama gerçekte, bir araç olmaktan öteye gitmeyen endüstri sorumlu olabilir mi?

 

Soru yukarıdaki gibi olunca, insan kendi kendine şu soruyu sormadan edemiyor; Endüstriye sırtımızı dönüp çıra ile mi aydınlanacağız? Öyle ya, endüstri olmasaydı evimize giderken sokağımızın köşesindeki odunla çalışan bir fırından bir kilogram kül alıp akşam yemekten sonra tulumbadan da su çekip bulaşıklarımızı kül ile yıkayabilirdil.

 

Çıra ile aydınlan, kül ile bulaşıklarını yıka, kağıt yerine kil tabletlerden yapılmış zarf kullan…

 

Güldüğünüzü görüyor gibiyim, ama endüstri eğer baş sorumlu olsaydı pekâlâ böyle yapabilirdik!

Dünya nüfusunun 6-7 milyar civarında olduğunu düşünürseniz, bu kadar devasa boyuttaki bir nüfusun gereksinimlerinin ancak ve ancak büyük ölçekli üretimlerle yani endüstriyel üretim tarafından karşılanabileceğini peşinen kabul edersiniz.

 

Bilimsel araştırmalarla doğa ve insan dostu kimyasalların üretilmesi mümkün. Pompalanmamış ve insanın gerçek gereksinimlerine göre düzenlenmiş bir yaşam döngüsüne ait mal ve hizmet üretimini teşvik eden yeni bir sistemin emrinde olan bir endüstri, doğayı da insanı da koruyacaktır.

Sorumuz şudur; “Kâr” histerisiyle davranan ve insana da doğaya da bu gözlükle bakan bir sistemin içinde yaşamayı tercih edip, dünyanın damını delmeye devam mı edeceğiz?

Öğrenciliğim bittikten sonra, tüketim malzemeleri üreten ve pazarlayan bir şirkette çalışmaya başlamıştım. Bize “öğretilen” en önemli şey şuydu ; “İhtiyaçlar Sınırsızdır!” Dünyamız ise “sistem tarafından belirlenmiş ihtiyaçların” karşılanması için, içinde “pazar payı kazanma” hedefiyle koşturduğumuz bir arenadır.

Bir düşünelim, bir ürün üretiyorsunuz, gerçekte böyle bir ürüne ihtiyaç yok. Bu ürünün satılması için önce “ihtiyaç yaratıp” daha sonra kıyasıya bir çalışmayla ürününüzü satmak için korkunç bütçeler harcıyorsunuz. İlginç olan ise, harcadığınız bu korkunç bütçe, ürünün fiyatına yansıdığı için yine tüketicinin cebinden çıkmaktadır. Kapitalizm öyle ya da böyle önce ihtiyaç oluşturur, bu ihtiyacın bütçesi de “pazarlama bütçesi” adı altında yıllık ürün bütçelerinin en önemli kalemi olarak yer alır. Çoğu kez bu bütçe ürünün üretim maliyetinden bile daha çoktur.

 

Örneğin otomatik çamaşır makinasını bile görmemiş bir topluma kireç önleyici satabilir misiniz? Önce ihtiyacı “üreteceksiniz”, ardından hangi ülkenin bilmem hangi laboratuvarında üretilmiş bir kireç önleyici ürünü yazılı ve görsel medyada halkın gözüne kadar sokup “aman makinem yıpranmasın” diye almasını sağlayacaksınız. Oysa kamusal davranan bir sistem, şehir şebeke suyunu kireçten arındırmayı, önce insan sağlığı daha sonra ise bulaşık-çamaşır makinası gibi ürünlerin yıpranmasını önlemeyi hesaba katar. Ancak kapitalist bir sistemde yaşıyoruz ve oyunun kuralları yine onlar tarafından belirlenmektedir.

 

Doğal kaynaklarımız neden hesapsızca kullanılıyor, gereksiz üretimler için harcanan enerji neden gerçek gereksinimler için kullanılmıyor, neden Çernobil gibi ve birkaç yıl öncesinde olduğu gibi Japonya’da meydana gelen nükleer felaket gibi felaketlerle karşı karşıya kalıyoruz, şehirler neden verimli ovalar üzerinde kuruluyor ve kanserli bir doku gibi yayılıyor, neden artık Buca’nın Razâki üzümü, Bornava’nın bamyası ve çocukluğumuzun kokulu domatesleri yok, neden doğal bitki örtüleri yok oluyor, dünyamız asit yağmurları altında yanıyor?

 

Bugün dünya nüfusunun ulaştığı seviye insan gereksinimlerinin atölye üretimleri ve geleneksel tarım yöntemleriyle karşılanamayacak boyutta olduğunu bize gösteriyor.Bu gerçek, insanlığın endüstriyel üretime bağımlılık sonucunu doğuruyor. Bu bir gerçeklik olmakla birlikte, önümüzdeki ilk pratik sorun, doğa ve insan düşmanı üretim tesislerinin varlığı ve bu tesisleri ikame edecek alternatif üretim tesislerinin yaşama geçirilmesidir.

Nükleer santrallere karşı olmalıyız, tarımda pestisitlerin ve hormonların kullanılmasını önlemeliyiz. Ancak bunlar geçici sorunlardırçözümlerdir. Ürünleri önümüze “tüketin” diye koyan sistemi ortadan kaldırmaktır önemli olan. Endüstriyel üretim teknolojisinin geri planında duran kapitalizmi görmediğiniz zaman, yaptığınız iş “hormonsuz domates, kokulu gül” talebinin ötesine geçmeyecektir.

Kapitalizm ihtiyaç oluşturuyor, sonra bu ihtiyacı gideriyor, ardından yeni bir ihtiyaç ve yeniden doyurulan bu ihtiyaçlar derken, sonuçta nükleer enerji tesisleri, ardından doğal kaynakların talanı ve sağlıksız ürünlerle buluşmak zorunda kalan insan, hem ruh sağlığını hem  bedensel sağlığını yitiriyor.

Kapitalizm bu faaliyetiyle kendisi için kâr üretirken, insanlık ve doğa için felaket üretiyor. Bunu görmek için neredeyse ölü bir deniz haline gelen Marmara ve Karadeniz’e bakmanız yeterli.

Tüm bunları endüstri yapıyor derseniz yanılırsınız. Endüstri sonuç itibariyle bir araçtır ve bu araç “ne için ve kim için değer üretiyor” sorusuna verilecek olan yanıt, aslında onun işlevinin insanlık için yararlı mı zararlı mı olacağını da belirliyor.

Tüketim alışkanlılarımızı ve yaşamımızı yönlendiren sistem, endüstriye de hükmederek “kâr” ı da üretiyor.

 

Yazının başında bir soru sormuştuk, “nasıl bir dünyada yaşamak istersiniz?”

 

Yeryüzünde sadece insanlar arasındaki uyumu değil, aynı zamanda hayvanlar ve doğayla uyumu hedefleyen, kâr için değil, insanlığın gerçek gereksinimlerine göre üretimi planlayan,”gül ile gülün tartıldığı”,doğa ile ilişkilerinde dengeli, estetik ve fonksiyonel açıdan güçlü bir sistemde yaşamak ister misiniz?

 

Biz buna kısaca sosyalizm diyoruz, peki ya siz?



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
69 Sorgu Yapıldı. 0,271 Saniyede Oluşturuldu.